AKSARAY’DA HACI BEKTAŞ-I VELİ GELENEĞİNİN ÖNEMLİ TEMSİLCİLERİ

GİRİŞ

Tarih boyunca birler birleşip bütünü, bireyler birleşip toplumu oluşturmuştur. Topluluk halinde çatışmasız bir şekilde yaşamanın belirli birtakım kuralları olmuş, bu kurallar inanç ve değerlere yön vermiştir. İnsanlar bir arada olup, birbirlerine zarar vermeden yaşamayı öğrenmiştir. Gerek coğrafi şartlar, gerek yaşam koşulları, gerekse yaşanmışlıklar bu inanç, değer ve kurallarda ulusal değişimlerin temel sebebi olmuştur. Her toplum kendi kültürünü, ahlâki değerlerini ve mitolojilerini oluşturup, hikâyelerle betimlemiştir. Aynı coğrafyada farklı kültürler, aynı dinde farklı inanç ritüelleri görülmüştür. Ancak Sanayi Devrimi’nden sonra tüm bu farklılıkların, tek bir aynılığa indirgenmesi durumu –hedeflenmiş- gerçekleşmiştir. Global dünyada oluşan evrensel değerler, toplumların kendi kültürlerine yabancılaşması durumunu doğurmuştur.  Küreselleşme hareketiyle beraber yok olmaya yüz tutmuş ulusal değerleri korumak ve yeniden canlandırmak görevi ise yine ulusların kendilerine kalmıştır. Mamafih bu yıpratıcı süreçten her ülke/devlet gibi Türkiye’de etkilenmiştir. Sözü edilen dejenerasyon sürecinde kültürümüzde oluşan bu boşluklar kısmen de olsa doldurulmuş, kültürel tadilat sözlü gelenek ile tamamlanmıştır. Sözlü geleneğin başat karakterleri ozanlar, âşıklar, abdallar, dedeler ve babalar olmuş; bu figürler kültürümüzü nesilden nesile aktarmak için istikrarlı bir çaba göstermişlerdir.  Bazen diyar diyar gezerek anlatmış, ancak karanlıkları aydınlatmaktan hiçbir zaman vazgeçmemişlerdir. İnançsal ve toplumsal değerleri bir sonraki jenerasyona taşımak için cansiperane bir şekilde çalışmışlardır. Tüm bu çabaların, çalışmaların teşkil ettiği önem ise Atatürk’ün “Eğer bir millet büyükse kendisini tanımakla daha büyük olur” (Bayur, 1938: 16) sözünde saklıdır. İtikadi değerlerimizi koruyup aktaran, kültürel yapımızdaki çatlakları onaran birçok isim tarihimizde mevcuttur. O isimlerden biri olan Somuncu Baba 1331 – 1412 yılları arasında yaşamış, asıl ismi, Hamid Hamidüddin’dir.

Erdebil’de mürit olan Somuncu Baba, liyakat sahibi olduğuna kanaat getirilince Anadolu’ya gönderilmiş ve burada da Erdebil düşünce sistematiğince müritler yetiştirmiştir. Erdebil Tekkesi ve Bektaşi Tarikatı konusu hala net bir gerçekliğe bağlanamamış olsa da bu durum Alevi ve Bektaşilerin çalışmalarına engel olmamış, aksine onları güzel bir dayanışmaya sürüklemiştir. Aleviler ve Bektaşiler inanç ritüellerini gerçekleştirmeye devam ederek bizlere birçok kıymetli isim bırakmışlardır.

Bir ağaç kovuğunda geçirilecek küçücük bir ömre, birçok şey sığdıran bu isimlerden birkaçı da ömür yolcuğunu ilimiz Aksaray’da geçiren Mehti Tosun, Nebi Yaldır ve Bekir Selçuk’tur. Doğum tarihi bilinmeyen, ölüm tarihi ise 1935 olarak kayıtlara geçen Mehti Tosun’un 87 yaşında öldüğü rivayet edilmektedir. “Mehti Hoca, ‘20 yıl Hacıbektaş’da medrese eğitimi almıştır. Altı yılda Zinciriye Medresesi’nde,  din görevlisi olarak göreve başladığı resmi olarak bilinmektedir. Sözlü kaynaklar ise baş din görevliliğine kadar yükseldiğini belirtmektedirler” (Çığırlı, 2017: 81).

Nebi Yaldır’da doğum tarihi bilinmeyenlerden bir diğeri olup ölüm tarihi 1953’tür. Osmanlı’nın yıkılışı ve Cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık etmiştir. “Yozgat’ın Şefaatli İlçesi Güzelleri Köyü’nden Aksaray’ın Alanyurt Köyü’ne oradan da Saratlı köyüne yerleşmiş kervancı Horasan Türkmeni bir aşirete mensuptur” (Çığırlı, 2017: 84). Şifacı olan Nebi Hoca aynı zamanda “Konya’da Medrese eğitimi almıştır” (Çığırlı, 2017: 85).

Bekir Selçuk, namı diğer Âşık Bektaş ise 1928’de doğmuş, 1993’de hayata gözlerini yummuştur. Sözlü geleneğe gönül veren, cemlere katılan saz çalamasa da yazan söyleyen değerli ozanlarımızdan biridir. Cemlerde büyük rol oynayan Âşık Bektaş  “sanki ummana dalmışçasına Kerbelâ olayını, sonrasında yapılan katliamları, çekilen acıları destansı bir şekilde anlatırken, Pir Sultan Abdal’ı, Nesimi’yi, Hallacı Mansur’u özünde hissederek aktarır” (Çığırlı, 2017: 152).

KAVRAMSAL ÇERÇEVE

Bektaşilik: Hacı Bektaş-i Veli’nin izini sürenlerce, onun adına kurulmuş bir tarikattır. Ali ve On İki İmam sevgisine dayanır. Olgunluk insan sevgisi, özdeşlik, eşitlik, özgürlük ilkelerini idealize eder. Varlığın birliği görüşüne, insanın kutsallığına inanır (https://www.turkcebilgi.com/bektaşilik).

Alevilik: Alevi kelimesinin çeşitli sembolik anlamları vardır.  Düşünsel anlamda alevi kelimesi; her şeyin ‘alevi’ öz kaynağı, ‘nur’ kutsal yaratıcı güce bağlanır. Doğada her şeyi hareket ettiren enerji ve canlılarda yasam gücü olarak kabul edilen aşk/sevgiye bağlanır. Diğer inançsal ve toplumsal yönüyle de; İslam peygamberi Hz. Muhammed’in amcaoğlu ve damadı Hz. Ali’ye bağlanır. Alevilik, İslam’ın o zaman ki Arap toplumunda ki hâkim güçlere karşı bir devrim olarak ortaya çıkmasında büyük emeği geçen fakat İslam dini iktidar olduktan sonra ailece (Ehli-Beyt olarak) haksızlık ve zulme maruz kalıp katledilen Hz. Ali ve yandaşlarına sevgi ve düşüncesine bağlılığı simgeler. Alevilik inanç, kültür ve toplumsal yaşamı kapsayan üç boyutlu bir öğreti, birçok inancın kaynaşmasından oluşan kendine özgü bir inançtır (http://alevi.dk/ALEVILIK/Kisaca_Alevilik.htm).

Sözlü Kültür: Yazının olmadığı iletişimin konuşma ile sağlandığı kültüre verilen addır. Halk şiirleri, masallar, öyküler ve efsaneler ağızdan ağıza aktarılarak gelecek nesillere aktarılmıştır (https://eksisozluk.com/sozlu-kultur–1430931).

Kanaat Lideri: Kavramı, psikolojik bir kavram olup, fertlerin ve toplumların anlama ve kavrama farklılıklarından ötürü, bir gruba veya topluluğa sosyal mesajları veya sosyal olayları, onların anlayacağı ve kavrayacağı dilde anlatan liderdir. Kanaat lideri, kendi grubu gibi yaşar. Dolayısıyla grup üzerinde hayli etkindir. Onun yaptıkları grup tarafından çok çabuk benimsenir (https://www.turkcebilgi.com).

Sosyalleşme: Kavramı pek çok batı dilinde “socializition” olarak kullanılmaktadır. Örneğin İngilizce sözlüklerde ve kitaplarda on dokuzuncu yüzyılda görülmeye başlamıştır. Soyalleşme kavramı kısa bir süre sonra Fransızca’ da da görülmeye başlamıştır. Giddens “topluluk içinde yaşayan kişilerde bir toplumsal karakterin veya toplumsal mantalitenin gelişmesini sosyalleşme” olarak ifade etmiştir (Alkan,1989: 3-4).

 

SOMUNCU BABA

İtikadi değerlerimizi koruyup aktaran, kültürel yapımızdaki çatlakları onaran birçok isim tarihimizde mevcuttur. O isimlerden biri olan Somucu Baba 1331 – 1412 yılları arasında yaşamış, asıl ismi, Hamid Hamidüddin’dir. Ancak kaynaklarda Şeyh Hamid-i Veli, Hamîd-i Kayserî, Hamîd-i Aksarayî, Ekmekçi Baba ve Somuncu Baba olarak da isimlendirilmektedir. Kayseri’nin Akçakaya köyünde doğmuştur. Şemseddin Musa Kayseri’nin oğludur. İlk tahsili, Şeyh olan babası tarafından verilmiştir. Bu eğitimi müteakiben, Şam, Tebriz ve Erdebil’de ilmî çalışmalar gerçekleştirmiştir. Erdebil’de mürit olan Somuncu Baba liyakat sahibi olduğuna kanaat getirilince Anadolu’ya gönderilmiş ve burada da Erdebil düşünce sistematiğince müritler yetiştirmiştir. Zâhirî ve bâtınî ilimlerde derin bilgi sahibi olduktan sonra Anadolu’ya gelip, Bursa’ya yerleşmiştir. Bursa’da bulunan çilehanesinin yanında ekmek fırını açan Somuncu Baba, pişirdiği ekmekleri Bursa sokaklarında “Müminler! Somunlar!” diyerek sattığı için isminin buradan geldiği bilinmektedir.

1396 yılında zaferle sonuçlanan Niğbolu Savaşı’ndan sonra, Yıldırım Bayezid Han bu galibiyete şükür olarak Bursa’da Ulu Camii’ni yaptırmıştır. Somuncu Baba, camiinin açılış hutbesinde Fâtiha Suresini yedi farklı yorumla tefsir edince herkesin dikkatini çekmiş, halk onu konuşmaya başlamıştır. Bunun üzerine pinhanî kalmak adına şehir değiştirmeye karar veren Somuncu Baba diyar diyar gezmiş, Şam, Mekke ve Kozan Kalesi yakınlarında bir köyde kaldıktan sonra Aksaray’a gelmiş, buraya yerleşmiştir.  Aksaray’da Bayramiyye Tarikâtının kurucusu Hacı Bayram-ı Veli’yi de yetiştiren Somuncu Baba 1412 yılında Aksaray’da vefat etmiştir. Geriye Şerh-i Hadis-i Erba’în, Zikir Risaesi, Silah’u-l Mürîdîn isimli üç eser bırakmıştır.

Defnedildiği yere dair bugün hala net bir bilgi yoktur. Türbesinin bulunduğu Malatya Darende’de, daha önce Darende’ye gönderdiği oğlu Halil Taybî ile birlikte Hıdırlık’a defnediliği söylenilir. Ancak Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde, Aksaray’ı ziyaret ettiği sırada yazdığı bölümde, Somuncu Baba’nın ‘üstü açık bir kubbede medfûn olduğu ifadesi yer almaktadır. Yine başka bir kaynak olan Mir’atü’l Işk isimli kitabında Abdurrahman el – Askeri, 16. yüzyılda yaşamış olan Melamilerin, Somuncu Baba’nın Aksaray’da vefat edip orada defnedildiğine inandıklarını yazmıştır. Günümüzde Somuncu Baba’nın hem Malatya-Darende, hem de Aksaray’da külliyesi bulunmaktadır. Şahsı adına dünyevi hiçbir yatırım yapmamış olan Somuncu Baba, bütün ömrünü öğrenmek öğretmek, eğitilmek ve eğitmek adına çalışarak geçirmiştir.

HACI BEKTAŞ-I VELİ

Kültürel miraslarımızdan bir diğeri olan Hacı Bektaş-ı Veli, aynı zamanda Bektaşî Tarikatı’nın da kurucu önderidir. 13. yüzyılda yaşamış, Horasan Nişâbur’da dünyaya gelmiştir. Hakkında yazılan Vilayetnâme’de ise 1209-1271 yılları arasında yaşadığı bilgisi yer almaktadır. İlk eğitimini Hoca Ahmed Yesevî Kültür Ocağında almıştır. Hacı Bektaş-ı Veli’nin mürşidi Lokman Perende, Hoca Ahmed Yesevî’nin öğrencisi olduğu için kendisi de Yesevi öğretileri ile yetişmiş, bu öğretileri benimseyip gittiği yerlerde anlatıp aktarmıştır. Hocası Lokman Perende, talebesinin tahsilini tamamladığına kanaat ettiğinde ona “Var, seni Rûm’a saldık, Suluca- karahöyük ‘ü sana yurt verdik. Rûm abdâllarına seni baş tayin ettik” (http://www.bektasi.net/hzpir.html) diyerek Anadolu’ya gitmesini, karışan içyapıyı, bozulan siyasi sistemi düzeltmesini istemiştir. Anadolu’da Suluca-Karahöyük’e (Nevşehir / Hacı Bektaş Veli ) yerleşip, Bektaşilik’i başlatmıştır. Yapı olarak Bektaşi düşünce sistemi daima hümanist, eşitlikçi ve adalet yanlısı olmuştur. 13. yüzyılda küçük kitlelere ulaşan Bektaşi öğretileri, 16. yüzyılda Balım Sultan’ın bu öğretileri tarikat haline getirmesinin ardından birçok bölgede öğrenilip uygulanır duruma gelmiştir. Bektaşi Tarikatı öğreti ve erdemleriyle ılımlı bir topluluk olduğu için her dönemde sevgi, saygı ve güven uyandırmıştır. Öyle ki Osmanlı Devleti’nin devşirme Yeniçeri ordusu dahi bu değerlerle eğitilmiştir. Osmanlı Balkanlar’da yayılmacı politika izlediğinde Bektaşiliği de beraberinde götürmüş, Balkan ülkelerine taşınıp, orda yaşanmaya devam edilen Bektaşilik günümüzde dahi farklı dinlerce büyük saygı görmektedir. Hacı Bektaş-ı Velî aynı zamanda Yunus Emre’nin hocası olan Tapduk Emre’nin de mürşidi ve hocasıdır.

Tapduk Emre hakkında günümüze taşınan bilgi oldukça azdır. 13. yüzyılda Anadolu’da Aksaray’da yaşadığı rivayet olunur. Mürşidi Hacı Bektaş-ı Veli ile yaşadığı bir diyalog ise çok şey ifade etmektedir.

“Rum erenleri, Hacı Bektaş Veli’ye giderken Emre’ye “haydi sen de bizimle gel”, dediler. Emre, çok güçlü bir erdi. ‘Dost divanında erenlere nasip veren Hacı Bektaş adında bir er görmedik’, dedi ve Hacı Bektaş’a gitmedi. Emre’nin sözünü Hünkâr’a ilettiler. Hünkâr, Sulucakarahöyük’te Kadıncık Ana’nın evine yerleşince, çeşitli bölgelerden gelen muhipler, müritler ıhtırılmaya (çöktürülerek oturtulmak) başlandı. Bu arada Hünkâr, Saru İsmail’i gönderip Emre’yi çağırttı. Emre yanına gelince Hacı Bektaş, “Siz, dost divanında erenlere nasip veren Hacı Bektaş adında bir kimse görmedik demişsiniz, siz o nasip veren elin bir nişanesi/işareti olduğunu da bilir misiniz?” diye sordu. Emre, “o divanda bir yeşil perde vardı, onun ardından bir el çıktı, bize nasip verdi. O elin avucunda güzel, yeşil bir ben vardı, şimdi bile görsem tanırım”, dedi. Bunun üzerine Hacı Bektaş elini açtı. Emre, Hacı Bektaş’ın avucunda o güzelim yeşil beni görür görmez üç kez “Tapduk Hünkârım”, dedi. Bundan sonrada adı, Tapduk Emre kaldı. Emre başındaki tacı çıkarıp Hünkâr’a teslim etti. Hünkâr, tacını tekbirleyip giydirdi. O da izin alıp makamına döndü” (http://www.yunusemre.gov.tr/index.php/yunus-emre/tapduk-emre).

Tapduk Emre, Hacı Bektaş-ı Veli ve öğretisi Bektaşiliğin hümanizmini benimseyip talebesi Yunus Emre’ye de öğretmiştir. “Yunus’un Tapduk Dergâhı’nda 40 yılı aşkın hizmeti söz konusudur” (Çığırlı, 2017: 57). 1238- 1320 yılları arasında yaşadığı bilinen Yunus Emre’de kendini tasavvufa adamış erenlerimizdendir. Hayatı hakkında edinilmiş bilgi az olup, tüm zamanların en büyük hümanisti olduğu tartışmasız bir gerçektir.   Yunus Emre daha çocukken Osmanlı’nın Moğol istilasına şahit olmuştur. Yaşanan iç karışıklıklar, siyasi kırılmalar, kıtlık, devamlı savaş hali ve savaş halinin verdiği acılar Yunus’un bugünkü düşünce sistematiğinin tohumlarını atmıştır. Yunus; insanı erdemli, onurlu bir varlık olarak tasvir etmiş ve tüm bu güzel meziyetlere yalanın, bencilliğin, kötülüğün yakışmadığını ifade etmiştir. Ona göre insan öylesine yüce bir varlıktır ki kötülükler üzerinde eğreti durur ve akıp gitmelidir. Mutasavvıf olduktan sonra, sade ve alımlı dili ile yazdığı şiirlerinde de görülür ki; Yunus’un hümanizmi ne din, ne dil, ne de ırk dinlemiş, herkesi olduğu gibi sevip kabul etmeyi öngörmüştür. Bu yönüyle de Rönesans Hümanizmi ile arasına kalın çizgiler çizmiştir. Rönesans Hümanizmi daha çok ırkçı hümanizma olmuş, dil, din, ırk ayrılıklarında hoşgörü göstermemiştir. Yunus ise insan sevgisinin evrensel olduğunu şu dizelerle anlatmıştır;

“Gelin tanış olalım

İşi kolay kılalım

Sevelim sevilelim

Dünyaya kimse kalmaz” (Tatçı, Yunus Emre Dîvânı)

İnsan sevgisiyle beraber erdemini de savunmuş, insanın yüce bir varlık olduğunu düşünmüştür. Ona göre insan yaratıcısından korkan zavallı kul değil dünyaya gönderilmeden önce Tanrı ile kurduğu dostluk ve ona duyduğu aşkı, öldükten sonra ona kavuşarak yaşamaya devam edecek olan fazilet sahibi bir ruhtur.[1]

Yunus’un Hacı Bektaş-ı Velî ve onun aracılığı ile Tapduk Emre’yle tanışması da ziyadesiyle ders alınacak nitelikte bir öykü olmuştur.

“Hacı Bektaş-ı Veli, Horasan diyarından Rum’a (Anadolu’ya) gelip yerleştikten sonra veliliği ve kerametine dair etrafa yayıldı. Her taraftan mürit ve muhipler gelmeye, büyük meclisler olmaya başladı. Fakir hâlli kimseler gelir, nasip alır giderlerdi.

O zaman Sivrihisar’ın şimal tarafında Sarıköy denilen yerde Yunus derler, bir kimse var idi. Gayet fakir olup ekincilik ederdi. Bir vakit kıtlık oldu. Ekinden bir nesne hasıl olmadı. Yunus, erenlerin bu güzel vasıflarını işitti. Kimsenin bu kapıdan boş dönmemesi dolayısıyla, bir bahane ile gidip kifaf denecek miktarda bir şeyler istemeyi düşündü. Eli boş gitmemek için öküzüne dağdan alıç yükleyip Suluca Karahöyük’e doğru yola koyuldu.

Karacahöyük’e varınca Hacı Bektaş-ı Veli’nin huzuruna çıktı. Armağanını sunup “Ben fakir bir kimseyim, bu yıl ekinimden bir nesne alamadım. Ümidim şu ki bu yemişi kabul edip karşılığında buğday veresiniz, aşkınıza kifaf edelim” dedi. Hacı Bektaş, “öyle olsun” diyerek abdallara işaret etti, alıcı alıp paylaştılar, yediler. Yunus birkaç gün orda eğlendi. Gidecek olunca, Hacı Bektaş’a haber verdiler. O da “Sorun bakalım ne ister, buğday mı, himmet mi?” dedi. Yunus geri dönmek için acele ediyordu. Buğday istedi. Ne yaptılarsa da razı edemediler. Yunus, “Bana buğday gerek” diye ısrar etti. “Ben nefesi neyleyim” dedi. Razı olmadı. Hacı Bektaş, emretti, buğdayı verdiler. Yunus da Dergâhtan çekilip gitti.

Yunus, biraz yürüdükten sonra, işlediği hatanın büyüklüğünü anladı. Çok pişman oldu. Derhâl geri dönerek kusurunu itiraf etti. Fakat Hacı Bektaş, ‘O iş şimdiden sonra olmaz. Biz o kilidin anahtarını Tabduk Emre’ye verdik, varsın nasibini ondan alsın.’ dedi.

Tapduk’un hocası Hacı Bektaş-ı Velî’nin önderliğini yaptığı Bektaşilik, İslam dini içinde Alevilik itikadına bağlı bir tarikattır. Alevilik ise “Allah, Muhammed, Ali” sevgisi ve bu üçlemenin ışığında yaşanılmaktadır. Sözlü geleneğin başat karakterlerinden biri olan dedelik kurumu Alevilikte şekillenmektedir. Alevi dedeler, bilgi ve tecrübelerinin oluşturduğu aydınlık ile taliplerini de aydınlatmaktadır. Her dedenin bir mürşidi ve sayısız talibi vardır. Dedelik kurumunun Bektaşîlikte ki karşılığı ise Babalık’a tekabül etmektedir. Aleviler, toplumu bir arada tutan geleneklerin, toplumun huzur içinde yaşamasını sağlayan değerlerin, toplumun benliği olan kültürün korunmasını kendilerine görev edinmişlerdir. Yazının herkesçe bilinip, kullanılmadığı veya kullanılsa dahi çoğaltılıp aktarılamadığı dönemlerde toplumu ayakta tutan sözlü –aktarımcı- gelenek olmuştur. Dedeler, babalar köy köy gezmiş dinlemiş, öğretmiş, âşıklar gibi aktarmıştır. Dedelik kurumu soy aracılığı ile devam etmiş, babalık kurumu ise soy şartı gözetmemiştir. Her dede ve baba ise kendinden sonraki nesil için çalışmıştır.

Alevilikte sözlü geleneğin bu kadar önem teşkil etmesi, süreç dahilinde gelişen olumsuz şartlar nedeniyle dışa kapalı bir toplum olarak kalmalarından kaynaklanmaktadır. Bektaşilikte ise durum biraz daha farklıdır. Hacı Bektaş-ı Velî’nin sesini büyük kitlelere duyurması ancak ölümünden iki yüzyıl sonra Balım Sultan aracılığı ile gerçekleşmiştir. Söz konusu iki yüzyıl bugün dahi tartışmalara sebep olan Erdebil Tekkesi ve Bektaşi Tarikatı konusunu doğurmuştur. Henüz hakkında bilimsel bir çalışma yapılmamış olan bu sorun sözlü geleneğin ağırlıkta olup, yazılı kaynakların az olması sebebi ile birçok teoriyi de beraberinde getirmiştir. Alevi kimliği olduğu söylenen Erdebil Tekkesi’nin, Hacı Bektaş-ı Veli’ye yer vermemesinin sebebi Bektaşilik’in ancak 16. yüzyılda tarikatlaşması ve Hacı Bektaş-ı Veli adına derlenen kitapların çoğaltılıp İran’a kadar ulaştırılamaması olarak gösterilmektedir. Ancak buna rağmen tarihte Bektaşi Tarikatına katılan Erdebil mensupları olduğu da söylenmektedir. Osmanlı topraklarını genişlettiğinde, yeni oluşan Osmanlı sınırları içerisinde kalan Erdebil Tekkesi’nin dede ve şeyhleri zamanla tekkeden haber alamamış ancak yine de tekke adına çalışmaya devam etmişlerdir. Bu iletişim kopukluğu zamanla ilerlemeyi imkânsız hale getirince dedeler ve şeyhler Hacı Bektaş-ı Veli tebliğleri ile hareket etmeye başlamışlardır. Bu durum da onların Bektaşi Tarikatına bağlanmalarını sağlamıştır.

Erdebil Tekkesi ve Bektaşi Tarikatı konusu hala net bir gerçekliğe bağlanmamış olsa da da bu durum Alevi ve Bektaşilerin çalışmalarına engel olmamış, aksine onları güzel bir dayanışmaya sürüklemiştir. Aleviler ve Bektaşiler inanç ritüellerini gerçekleştirmeye devam ederek bizlere birçok kıymetli isim bırakmışlardır.

 

AKSARAY’DA HACI BEKTAŞ-I VELÎ GELENEĞİNİN ÖNEMLİ TEMSİLCİLERİ

  1. MEHTİ TOSUN (MEHTİ HOCA)

Bir ağaç kovuğunda geçirilecek küçücük bir ömre, birçok şey sığdıran bu isimlerden birkaçı da ömür yolcuğunu ilimiz Aksaray’da geçiren Mehti Tosun, Nebi Yaldır ve Bekir Selçuk’tur.

Doğum tarihi bilinmeyen, ölüm tarihi ise 1935 olarak kayıtlara geçen Mehti Tosun’un 87 yaşında öldüğü rivayet edilmektedir. “Mehti Hoca, ‘20 yıl Hacıbektaş’da medrese eğitimi almıştır. Altı yılda Zinciriye Medresesi’nde,  din görevlisi olarak göreve başladığı resmi olarak bilinmektedir. Sözlü kaynaklar ise baş din görevliliğine kadar yükseldiğini belirtmektedirler” (Çığırlı, 2017: 81).

  1. NEBİ YALDIR ( NEBİ HOCA)

Nebi Yaldır’da doğum tarihi bilinmeyenlerden bir diğeri olup ölüm tarihi 1953’tür. Osmanlı’nın yıkılışı ve Cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık etmiştir. “Yozgat’ın Şefaatli İlçesi Güzelleri Köyü’nden Aksaray’ın Alanyurt Köyü’ne oradanda Saratlı köyüne yerleşmiş kervancı Horasan Türkmeni bir aşirete mensuptur” (Çığırlı, 2017: 84). Şifacı olan Nebi Hoca aynı zamanda “ Konya’da Medrese eğitimi almıştır” (Çığırlı, 2017: 85). Nebi Hoca, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı savunması için kurulan Bektaşi Mücahiddin Alayı’nda doğu cephesinde kardeşleriyle birlikte savaşmıştır. Savunma görevini ifa ederken gurur verici fakat bir o kadar da üzücü bir anısı vardır. Savaş sırasında topları taşıyan arabalardan birinin öküzü sakatlanır. Nebi Hoca kardeşi ile birlikte arabayı çekmeye başlar. Arabayı çekerler lakin kardeşinin bedeni dayanamaz ve ruhunu teslim eder. Yaşananlardan da anlaşıldığı gibi Nebi Hoca fedakâr ve vatansever bir insan olmuştur. Şifacı ve devlet memuru olmasının yanında birde pehlivanlığı vardır. Bununla ilgili bir anısı da ziyadesiyle tebessüm ettirecek cinstendir.

Nebi Hoca, “Gençlik yıllarında pehlivanlığı ve acı kuvveti ile ünlenir. Anlatılanlara göre beden yapısı, gücü, kuvveti zamanın meşhur pehlivanlarından hiç aşağı kalmaz. Hatta Aydın yöresinde bir güreş müsabakasına dahi katılır. Yöreye dört gayrimüslim pehlivan gelir ve bunlardan biri de bayandır. Güreşte çok mahir olan bu yabancı güreşçiler önlerine çıkan herkesi yendiklerinden yöre ahalisinin morali iyice bozulur ve oraya tesadüfen gelmiş ozan Nebi’ye ahaliden birisi Allah rızası için şunları yıkacak birisi yok mu, sen yıkamaz mısın bunları?’ diye sorar. Genç Nebi de; ‘ Hele bunları bir seyredeyim’ deyip seyre koyulur. Özellikle güreşçilerden bayan olanın rakiplerini uçkur ya da kemerlerinden kavrayarak yere vurduğunu fark eden Nebi Hoca için çözüm basittir. Kimseye belli etmeden uçkur ipini zorladığında kolayca kopacak şekilde keser! Güreş başlar başlamaz yabancı bayan güreşçi beklenen hamlesini yapar ama Nebi Hocanın uçkur ipi elinde kalır ve boş bulunur, genç Nebi de rakibini tuttuğu gibi yere vurur! Bayan güreşçinin ağabeyi olan diğer güreşçilerden biri de Nebi Hocaya bir hamle yapar ve oda dersini hemen alır. Zira Nebi Hocacı kuvveti ile rakibini omzundan rakibin köprücük kemiği kırılır, doğal olarak güreş biter” (Çığırlı, 2017: 84-85).

Ayrıca Nebi Hoca’nın görev süresi ve makamı;

     MALİYE DEFTERİ

Tarihi: 1924-24R Bulunduğu yer

·     Başbakanlık Arşivi, İstanbul Maliye Defteri 974, say: 4

Belgenin ilk yayımı 1924 – 2791

     Belgenin Metni: Aksaray vilayeti dinişleri memurluğu

vekâletine medfun merhum mağfuru leh

Diyanet’e atanma belgesi

Nebi Yaldır’ın bir başka anısı ise fıkra gibi bir cenaze defin işlemidir.

“1950’li yıllar, mevsimlerden kış, aylardan zemheri ki ne zemheri! Hava tipi, boran, kar. Komşunun komşuya çıkamadığı topuk tipisi denen fırtınanın yaşandığı bir gün. Köyde yaşlı Ayşe Kadın hakka yürüyor. O gün cenazeyi kaldıracak hoca, dede, ehli kimse yok. Medrese mezunu bilgili Nebi Hoca’ya haber veriyorlar. Nebi Hoca bu işi biliyor ama meslek olarak yapmıyor. İşin başa düştüğünü anlayınca cenaze evine gidip usulüne göre duasını okuyor, helâllik alıyor.  Sonra cenaze salaya konup omuzlara alınıp mezarlığa götürülmek üzere yola çıkıyor. Ortalıkta kar, boran, tipi göz gözü görmüyor. Nebi Hoca yaşlı, mezarlığa kadar gitmeye cesaret edemiyor. ‘Canlar Ayşe Ana için gerekli duaları okudum, bir mezarlık duası kaldı. Hak onun kim olduğunu biliyor, siz götürüp gömün, ben buradan okurum.’ diyor ve evine gidiyor” (Çığırlı, 2017: 147-148).

III. BEKİR SELÇUK (ÂŞIK BEKTAŞ)

Bekir Selçuk, namı diğer Âşık Bektaş ise 1928’de doğmuş, 1993’de hayata gözlerini yummuştur. Sözlü geleneğe gönül veren, cemlere katılan saz çalamasa da yazan söyleyen değerli ozanlarımızdan biridir. Cemlerde büyük rol oynayan Âşık Bektaş  “sanki ummana dalmışçasına Kerbelâ olayını, sonrasında yapılan katliamları, çekilen acıları destansı bir şekilde anlatırken, Pir Sultan Abdal’ı, Nesimi’yi, Hallacı Mansur’u özünde hissederek aktarır” (Çığırlı, 2017: 152). Âşık Bektaş’ın ne kadar şahsına münhasır bir ozan olduğu ise ancak bu anı aşağıdaki ile ifade bulmuştur.

“12 Eylül askeri darbesinden sonra, Türkiye genelinde Alevî köylerine devlet teşvikiyle cami yaptırma furyasının başladığı dönemlerde sanırım sıra Saratlıya da gelmiş ki, yıl 1988 Aksaray il olmadan son kaymakamı Cemal Ertmen yanında iki daire müdürü biri sanırım o zamanki İlçe Milli Eğitim Müdürü Sefa Çayır’dı Köy kahvesine geldiler. O zaman Âşık Bektaş gönüllü geçici olarak cami imamlığına bakıyordu. Hoşbeş tanışma faslından sonra kaymakam: ‘Köye yeni bir cami yapılmasını ister misiniz?’ diye sordu. Kahvedekilerin hepsi ‘İstemeyiz!’ diye el kaldırdı. Sefa Çayır’ın dikkatini Âşık Bektaş’ın el kaldırması çekmiş. ‘Kaymakamım imamda istemem diyor’ dedi. Âşık Bektaş ayağa kalktı: ‘ Kaymakam bey ozanım ben, ozan ozan!’ dedi. Bu güzel yürekli insana oğlu Zeynel Selçuk’un ithaf ettiği dörtlükler ise şöyledir:

Bekir Bektaş Selçuk adı

Peygamberler gibi yaşadı

Hasırda oturdu kilimi olmadı

Göçtü bu dünyadan bir zevk almadı

Ayağına lastik ayakkabı giyerdi

Ne bulursa nu yerdi

Evliya Çelebi gibi diyar diyar gezerdi

Allahtan gelene şükür ederdi.

Kaderi için etmezdi şikâyet

Din adamıydı bilirdi dua ayet

Özünde vardı hak yolu İslamiyet

İşe başlamadan ederdi niyet

Elinden düşürmezdi kazma küreği

Sevgiyle doluydu kalbi yüreği

Dünya malına koşmaz yoktu gereği

İncitmezdi karıncayı sineği

Doğum yeri Aksaray Saratlı

Oturduğu ev sıradan bir katlı

Sevdiği şey zeytin, helva, tatlı

Yaya dolaşırdı değil atlı

En büyük prensibi doğruluk

Hayatında yaşadı yokluk

Aza razı olur istemez bolluk

Bazen cebi boştu bulunmazdı onluk

Gençliğinde Konya’da koyun güttü

Yokluk içinde altı çocuk büyüttü

Eşek ile Mamasun’da buğday öğüttü

Yaşantısı bana bir öğüttü

Ömür boyu oldu köyün ozanı

Güz olunca pekmez kaynatırdı kazanı

Hep kınardı yoldan çıkıp azanı

Tokat, Tunceli’ye ulaştı şanı

Taş taşıyıp binalarda çalıştı

Azmiyle çok zorluğu aştı

Yediden yetmişe ona alıştı

Ne kavga yaptı ne belaya bulaştı

Taş ocağında taş kırardı

Köylü taşı ondan alırdı

Pamuk işçisi olurdu

Adana Çamardı

Okumadı fakat okuma yazmadan anlardı

Kendi okudu okul yüzü görmedi

Âlim olması uzun sürmedi

Onun gibi Saratlıya gelmedi

Yalanı dolanı hiç sevmedi

Aç kaldı feleğe boyun eğmedi

Sırrını sakladı kimseye vermedi

Hiç halinden şikâyet etmedi

Ömür boyu mücadelesi bitmedi

Üzüm zamanı bağa göçerdi

Ekin zamanı arpa buğday biçerdi

Atı olan ile ortaklık ederdi

Böyle geçinip giderdi

Göçtü dünyadan yalnız kaldı camisi

Ondan memnundu Saratlı ahalisi

Ölümü üzdü köyde herkesi

Pekmezsiz kaldı küpü testisi

Hep sadık olacak borcuna

Muharrem ayında başlardı orucuna

Yapmazdı harcama boşu boşuna

Hak ile cem yapmak giderdi hoşuna

Zeynel yazdı babasına kıta on beş

Köylü bilirdi Âşık Bekdeş

Göçtü dünyadan olmadan yaşı altmış beş

Mezarı yol kenarında geçerken

Fatiha oku kardeş  (Çığırlı, 2017: 153-156).

KAYNAKÇA

  • ASLAN, A. K. (2001). Eğitimin Toplumsal Temelleri. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 5, 16-30.
  • AYHAN, R. (2008). Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, (48). AKGÜNDÜZ Ahmet, Arşiv Belgeleri Işığında Somuncu Baba ve Neseb-i Alisi, İstanbul, 1995
  • BAYUR Hikmet, T.D.K., Türk Dili, Belleten, No: 33, 1938
  • BARKAN, Ö. L.,(1942). İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler. Vakıflar Dergisi, 2,279-304.
  • ÇETİNKAYA, B. (2009). Hacı Bektaş Veli’ de insan Felsefesi. Doğumunun 800. Yılında Hacı Bektaş Veli Sempozyumu, 17-18.
  • ÇIĞIRLI Erol, HÜYÜK Vahit Dünden Bugüne Saratlı,  2017
  • DURAN, H. (2007). Velâyetnâme. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
  • ERİŞEN, İ. M., ve SAMANCIGİL, K. (1966). Hacı Bektaş Veli: Bektaşilik ve Alevilik tarihi. Ay Yayınevi.
  • EYUBOĞLU, İ. Z. (1998). Bütün Yönleriyle Hacı Bektaş Veli. İstanbul: Özgür Yayınları.
  • FIĞLALI, E. R.,& AYDIN, M. (1997). Milli Bütünlüğümüz ve Hacı Bektaş Velî (Editör: Erol Kalender). AYK Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, Ankara.
  • GÖLPINARLI, A. (1958). Vilayetname.(Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli). İstanbul: İnkılab Kitabevi.
  • GÖLPINARLI, A. (1959). Kitabu’l Fevaid. İstanbul: Dize Konca Matbaası.
  • GÜRTAŞ, İ. ve ÇAKMAK, Y. (2015) Kızılbaşlık, Alevilik, Bektaşilik (1.Baskı) İstanbul: İletişim Yayınları
  • GÜZEL, A.(2011). Hacı Bektaş Veli El Kitabı. Ankara:Akçağ Yayınları
  • IŞIK, M., AKDAĞ, M., TÜRK, M.S.( 2010)Türk Toplumunda Hacı Bektaş Veli Algısı Üzerine Bir Çalışma.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırmaları Dergisi,55,  173 -192
  • KARA, B. (2016). Sosyal Kimlik ve Alevilik.Kültür Ajanda, Şubat, 58-61
  • KOZAN,A.(2013).Hacı Bektaş Veli’ye İzafe Edilen Bir Eser:Emanet-i Hazret-i Pir.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırmaları Dergisi, 67 , 15-38
  • KÖPRÜLÜ, F. (1927). Bektaşiliğin Menşeleri. Türk Yurdu, (2)- sayı:8
  • KÖPRÜLÜ,F.(1976).Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar(3.Baskı)İstanbul:Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
  • MELİKOFF, I. (1993). Uyur idik uyardılar (1.Baskı). İstanbul: Cem.
  • MELIKOFF, I. (1994). Efsaneden Gerçeğe (7.Baskı). Çeviren: Turan Alptekin, İstanbul: Cumhuriyet Kitap
  • OCAK, A. Y. (2014). Türk Sufiliğine Bakışlar(15.Baskı). İstanbul: İletişim Yayınları.
  • SEZGİN, A. (1990). Hacı Bektaş Veli ve Bektaşilik. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
  • SOYVER, Y. (1996). Sosyolojik Açıdan Alevî Bektâşî Geleneği. İstanbul: Seyran.
  • SÜMER, A. (1975). Hacı Bektaş Veli’nin Bilimsel Yönleri.
  • TATÇI, Mustafa. Yûnus Emre Dîvânı, http://ekitap.kulturturizm.gov.tr  (Erişim Tarihi: 10.09.2017)
  • TEMREN, B. (1999).Birinci Binyıldan İkinci Binyıla Kanat Çırpan Barış Güvercini Hacı Bektaş Veli.Türk Kültürü ve Hacı Bektaş veli Araştırmaları Dergisi, 12, 298-304
  • VELİ, H. B., Aytaş, G., ve Yılmaz, H. (2009). Makâlât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye. Ankara:Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi.
  • http://alevi.dk/ALEVILIK/Kisaca_Alevilik.htm
  • https://eksisozluk.com/sozlu-kultur–1430931
  • https://www.turkcebilgi.com
  • http://www.bektasi.net/hzpir.html
  • http://www.yunusemre.gov.tr/index.php/yunus-emre/tapduk-emre
  • https://www.antoloji.com/hak-cihana-doludur-siiri
  • http://www.yunusemre.gov.tr/index.php/about-2/497-bugday-m-himmet-mi

Madde Yazar Bilgileri:

Yazar: Bülent KARA

Anahtar Kelimeler: Somuncu Baba, Hacı Bektaş-ı Veli, gelenek, inanç ritüelleri.