Cemâlî Ailesi
Cemâleddîn-i Aksarâyî’nin Soyundan Gelen Aile

Osmanlı Devleti’ndeCemâlî” büyük bir ailenin ortak adı olup dedeleri Cemâleddîn-i Aksarâyî’den (ö. h. 791/m.1388-1389?) ötürü Cemâlî, “Cemâlî-zâdeler” ve “Cemâleddîn-zâde” olarak şöhret bulmuşlardır. Bunun dışında aynı aileden gelenlerin hemen hepsi XVI. yüzyılda Cemâlî lâkabıyla eserlere alınmış olmasına rağmen M. Cavid Baysun ve onun görüşünü kabul eden Halil İnalcık, Türkçe ve İngilizce İslâm Ansiklopedileri’nde Cemâlî’yi, ailenin çok ünlü üyesi olan Zenbilli Ali Efendi’nin biyografisini sanki sadece ona mahsusmuş gibi, “Cemâlîbaşlığı altında yazarak daha dar anlamda kullanmışlardır. Oysa Cemâlî, diğer Cemâlî-zâdeler gibi Ali Cemâlî Efendi’nin bir çeşit soyadı olup, amcası Şeyh Mehmed Cemâlî’nin mahlası da “Cemâl-i Halvetî”dir. Eğer bunu aileye mahsus bir soyadı olarak değil de bu aileden gelen birine verilmesi gerekirse bu kişi, Zenbilli Ali Cemâlî değil, amcası Halvetiyye meşayihinden Mehmed Cemâlî/Çelebi Halîfe olmalıdır. Halbuki bu lâkap aileden olan herkes için kullanılmıştır. O halde aileden herhangi birine Cemâlî diyip işi bitirmekten çok isimleriyle birlikte Cemâlî’yi de kullanmak en doğru yol olur.

Cemâlî, Şeyh Mehmed Çelebi Cemâlî’nin kurduğu Halvetiyye’nin “Cemâlîyye” koluna mensup kişilerin de ortak adıdır. Diğer tarikatlarda da müntesipleri, kurucusuna nispetle aynı isimleri alırlar. Nitekim, Mevlânâ’nın (ö. h.672/m.1273) kurduğu Mevleviyye’ye bağlı bulunanlar “Mevlevî”; Abdülkadir Geylânî’nin (ö. h.561/m.1165-66) kurduğu Kadiriyye’ye mensup olanlar da “Kadirî adını almaktadırlar. Bu sebeple Cemâlî kelimesi aile söz konusu olunca kaynaklardaki gibi, Cemâleddîn-i Aksarâyî’nin neslinden gelenler için kullanılacaktır.

Osmanlı döneminde, Cemâleddîn-i Aksarâyî nesli dışında “Şeyh Cemâleddîn evlâdı” olanlar da vardı. Bunlardan biri, “eş-Şeyh Cemâleddîn-i Merzifonî”nin neslinden gelenlerdi ki, bunun evladıyla Cemâleddîn-i Aksarâyî soyundan olanlar bazı yazarlar tarafından karıştırılmıştır. İbrahim Hakkı Konyalı, BOA, 4 nolu Mühimme Defteri’nde kayıtlı bir hükmün muhatabı olup İstanbul’da müderrislik yapan Abdurrahman ile bunun kardeşi olup Merzifon’da ikamet eden Şeyh Kemâl’i, Cemâleddîn-i Aksarâyî evladından gösterip, Aksaray Tarihi adlı eserine almıştır. Oysa Abdurrahman Efendi (ö. h.971/m.1563-64), eş-Şeyh Cemâleddîn-i Merzifonî’nin oğlu olup Kanûnî döneminde (1520-1566) müderrislik görevinde bulunmuştur.

Bunun dışında Cemâlî diye bilinen fakat babasının ismi kaynaklarda bildirilmediğinden ötürü Cemâleddîn-i Aksarâyî soyundan olup olmadığı tespit edilemeyen ünlü kişiler de vardır. Sehî’nin, Karamanlı gösterip “Mevlânâ Cemâlî” başlığı altında eserine aldığı XV. yüzyılın en büyük şairlerinden Cemâlî gibi, XVI. yüzyılda yaşamış Cemâlî mahlaslı şairler de bulunmaktadır. Kesin bilgiler olmadığı için bunlar Cemâlî Ailesi arasında gösterilmemektedir.

Cemâlî Ailesi’nin aslı, I. Bâyezîd devri (1389-1403) ulemasından Cemâleddîn-i Aksarâyî’ye, ondan da Büyük Selçuklu ulemasından müfessir ve kelâm âlimi Fahreddîn-i Râzî’ye (ö. h.606/m.1210) kadar inmektedir. Rey doğumlu olan Râzî, çocuklarını, sağlığında iken Herat’a yerleştirdi. Onun vefatını müteakip ailesi, Herat’tan Semerkand’a göçtü. Bazı şecerelerden, Râzî’nin torunlarının Azerbaycan’a geldikleri anlaşılmaktadır. Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ adlı eserinde, Cemâleddîn-i Aksarâyî’nin babasını Muhammed Enîs-i Tebrîzî, dedesini de Muhammed-i Tebrîzî olarak göstermiştir. Şu hâlde Cemâleddîn-i Aksarâyî’ye kadar aile bir süre Tebriz’de ikamet etmiş; muhtemelen Cemâleddîn’in çocukluğu da Tebriz’de geçmiş, buradan Anadolu’ya hicret ederek Aksaray’a yerleşmişlerdir. Cemâleddîn-i Aksarâyî, yıllarca bu şehirde eğitim-öğretimle meşgul olmuş, çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Bununla birlikte kendisine verilen görevler münasebetiyle Anadolu’nun değişik yerlerinde bulunmuş, fakat karar kıldığı en son mekân yine Aksaray olmuştur. 1388-89 yılında vefat ettiğinde geriye birçok Arap ve Fars diliyle yazılmış eser bırakmıştır.

Cemâlî Ailesi’nin, Fahreddîn-i Râzî’den başlayarak torunlarından Cemâleddîn-i Aksarâyî’ye, bundan da XVI. ve XVII. yüzyıllarda yaşamış kuşağa kadar köklü bir bilim geleneği vardır. Anadolu’da XIII. yüzyılda ortaya çıkan ilim kurumlarının başlangıcı, Cemâlîler’in dedesi olup “Şeyhü’l-‘Ulemâ” diye de bilinen Fahreddîn-i Râzî’ye kadar inmektedir. Aynı soydan gelen Cemâleddîn-i Aksarâyî, XIV. yüzyılda, Anadolu’da Fahr-i Râzî ekolünün en büyük temsilcisidir. Yetiştirdiği öğrenciler, Anadolu’ya yayılarak onun metodunu devam ettirmişlerdir. Bunlar, aynı zamanda Osmanlı Beyliğinin serpilip gelişerek devlet haline gelmesinde mühim rol oynamışlardır. Bir kısmı sultanlara hocalık yapmış, yanlarında danışman olarak bulunmuşlardır. Fatih’in (1444-1446, 1451-1481) hocası ve Osmanlı Devleti’nin ilk şeyhülislâmı olarak bilinen Mevlânâ Şemseddîn el-Fenârî (ö. h.834/m.1431), Cemâleddîn-i Aksarâyî’nin rahle-i tedrisinde yetişmiş âlimlerin en büyüklerindendir.

Cemâleddîn-i Aksarâyî’nin vefatından sonra Cemâlîlerden birçok kişi ilmî faaliyetlerde bulunmak maksadıyla Aksaray’dan başka yerlere gidip yerleşmişlerdir. Hüseyin Hüsâmeddin, Cemâlî Ailesi’nden bir kolun Amasya’ya, bir kolun Konya’ya, bir kolun da Mısır’a yerleştiklerini; Amasya’ya gidenlerden Veziriazam Pîrî Mehmed Paşa ile Şeyhülislâm Zenbilli Ali Cemâlî şubelerinin İstanbul’a gittiğini, Şeyh Mehmed Cemâlî/Çelebi Halîfe şubesininse Amasya’da kaldığını yazmaktadır. Hâlbuki Cemâlî Ailesi’nden, Şeyh Mehmed Cemâlî başta olmak üzere bazı kimselerin II. Bâyezîd’in valiliği sırasında Amasya’ya gidip yerleştikleri bilinmektedir. Bu durumda İstanbul’a Pîrî Mehmed Paşa ile Zenbilli Ali Cemâlî Efendi kolunun gidip, Çelebi Halîfe yani Şeyh Mehmed Cemâlî kolununsa Amasya’da kaldığı görüşü eksiktir. Çünkü İstanbul’a önce Çelebi Halîfe gitmiş, sonra oğlu Pîrî Mehmed’le amcasının oğlu Ali Efendi’yi yanına aldırtmıştır. Bununla birlikte Çelebi Halîfe’nin bazı çocukları ile Zenbilli Ali Cemâlî’nin annesi, babası ve kardeşleri Amasya’da kalmıştır. Cemâlîler’in Konya’yla ilişkileri eskidir. Bununla birlikte Konya’da yerleşmiş olduklarına dair bilgiye rastlanmamıştır. Bu şehirde Cemâlîler değil, onların azatlı köleleri oturuyorlardı. XVI. yüzyılın başlarından itibaren Pîrî Mehmed Paşa’nın azatlıları, Konya’da Pîrî Paşa Zâviyesi’nin mütevelliğini yapıyorlardı. Bunların XX. yüzyılın başlarına kadar Konya’da kaldıkları belgelerden anlaşılmaktadır. Ayrıca Konya Ereğlisi’nde bir Cemâlî’nin oturduğu buradan Akşehir’e gidip yerleştiği tespit edilmiştir. XVI. yüzyılın ilk yarısında Mısır’a gidip yerleşen Cemâlîler de olmuştur. Konyalının söylediği gibi oraya gidenler bir-iki kişi değildir. Ailecek yerleşip çocukları orada kalanlar bulunmaktadır. Dışarıya yoğun bir göç olmasına rağmen Aksaray’da Cemâlîler’in bulunduğu, ancak XVII. yüzyıldan sonra Cemâlî lakabının unutulduğu, bunun yerine “Perek”in geçtiği Nüzhetü’l-Ebrâr’da verilen bilgilerden anlaşılmaktadır. Perek Ailesi, Pîrî Mehmed Paşa’nın amcası Muhyiddin Çelebi kolundan gelmektedir.

Fatih ve II. Bâyezîd dönemlerinde Cemâledîn-i Aksarâyî neslinden gelenlerin atası olarak iki şahıs tespit edilmiştir ki bunlar, Mahmûd ve Ahmed Çelebilerdir. Muhyiddîn Çelebi’nin, h.887/m.1482-83 tarihli vakfiyesindeki “eş-Şeyh Mahmûd ibn eş-Şeyh Cemâleddin-i Aksarayî” şeklindeki kayıt, Cemâlî Ailesi’nin Mahmûd adında dedelerinin olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte Cemâleddîn-i Aksarâyî ile bu nesil arasındaki isimleri belgelemek mümkün olmadığından kaynaklarda verilenlere dayanılarak Cemâlîler’in şecereleri düzenlenmiştir.

Cemâlîler, vakfiyelerinde sadece baba adlarını verdikten sonra hemen arkasından İslâm âlemince tanınmış olan Cemâleddîn-i Aksarâyî’nin adını vermektedirler. Pîrî Mehmed Paşa Vakfiyesi’nde de durum aynıdır. Konyalı, bunu bildiği halde; Aksaray Tarihi’nde Muhyiddîn Çelebi’nin vakfiyesindeki eş-Şeyh Mahmûd’u Şeyh Mehmed ile Kemaleddin Ahmed’in kardeşi; bir yerde diğer kardeşleriyle birlikte Cemâleddîn-i Aksarâyî’nin birinci oğlu; bir yerde de Pîrî Mehmed Paşa’nın babası Mevlânâ Mehmed’le amca oğlu Muhyiddîn Mehmed Çelebi’yi karıştırdıktan sonra, birinci dedesi Cemâleddîn Ahmed Çelebi, ikinci dedesi Cemâleddîn Mehmed Çelebi, üçüncü dedesi olarak da Cemâleddîn Mehmed-i Aksarâyî’yi göstermiş; işi içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Hâlbuki söyledikleri şahısların bazıları Cemâleddîn-i Aksarâyî’nin üçüncü göbekten torunlarıdır.

Cemâlîler’e dair iki kaynakta şecere bulunmaktadır. Biri Müstakim-zâde’nin Mecelletü’n-Nisâb adlı eserinde, diğeri ise; Abdülbâkî Efendi’nin Münşeat Mecmuası’ndadır. Fakat bunlarda diğer belge ve kaynaklarda verilen münferit bilgilere göre oldukça büyük hatalar bulunmaktadır. Münşeat Mecmuası, Cemâlî Ailesi’nden Abdülbâkî Efendi’ye aittir. Fakat Mecmuanın sonundaki şecerede bulunan fahiş hatalar bunu onun değil sonradan bir başkasının düzenleyip koyduğunu göstermektedir. Bu şecerelerden yararlanılmakla birlikte belge ve dönemin kaynaklarındaki bilgiler de dikkate alarak Cemâlî Ailesi’nin, Cemâleddîn-i Aksarâyî’den başlayıp Kanûnî’nin sonuna kadar şeceresi belirlenmiştir (Bkz. Fotoğraf 1).

Cemâlî Ailesi’nde Cemâleddîn-i Aksarâyî’nin ölümünden sonra Fâtih dönemine kadar bir fetret devri yaşanmıştır. Bu devrede kimin ne yaptığı, hangi mevkilerde bulunduğu bilinmemektedir. Fatih’in saltanat yıllarında yaşayan kuşak ise, birinci derecede önemli mevkilerde bulunmamışlar fakat II. Bâyezîd, Yavuz ve Kanûnî dönemlerinde liderlik vasfını taşıyan nesli yetiştirmişlerdir. Bunların dedelerinden tevarüs eden ortak özellikleri, ilim adamı olmalarıdır. Devrin ünlü âlimlerinden ders alarak yetiştikten sonra farklı görevlerde bulunmuşlardır.Tasavvufta; Şeyh Mehmed Cemâlî/Çelebi Halîfe, İshak-ı Karamânî; yönetimde, Pîrî Mehmed Paşa; hukukta ise Zenbilli Ali Cemâlî Efendi, Osmanlı devlet ve toplum hayatını şekillendirmiş ilim adamıdırlar.

Cemâleddîn-i Aksarâyî’nin soyundan gelenlerin diğer özellikleri şöyle sıralanabilir: Yaşadıkları zamanın gereği şeriat sınırlarını zorlamadan, tasavvuf içine ya girmiş ya da yakın ilgi göstermiş olmalarıdır. Bunlar, Osmanlı Devleti’nde temel doktrin olarak kabul edilen Sünnîliği gönülden benimsemiş, hatta bu inanç sisteminin Osmanlı Ülkesi’nde yerleşmesi için fiilen mücadele vermişlerdir.

Cemâlî soyundan gelenlerin, daha Amasya’da iken, Şah İsmail’in Anadolu’nun içlerine kadar soktuğu Safevî dâîleriyle başlayan mücadelesi, İstanbul’da üç koldan sürmüştür. Birincisi; Muhyiddîn Mehmed Çelebi’nin Amasya’da yaptığı gibi onlara ilmî delillerle gerekli cevabı vermek, ikincisi; tasavvuf yoluyla, özellikle Halvetiyye Tarikatı aracılığıyla halkın bu tehlikeye karşı uyanık tutulmasını sağlamak olmuştur. Bunun için Şeyh Mehmed Cemâlî/Çelebi Halîfe, Anadolu ve İstanbul’da; Şeyh İshak-ı Karamânî ise İstanbul ve Balkanlar’da Halvetiyye Tarikatı’nı yayarak bunu gerçekleştirmişlerdir. Üçüncüsü ise; Anadolu’da inanç birliğini bozmada birinci derecede rolü olan Şah’a devlet gücünü kullanarak unutamayacağı bir ders vererek onu Anadolu’yu İran’a bağlama emellerinden vazgeçirmek olmuştur. Bunu da Veziriazam Pîrî Mehmed Paşa, Yavuz Sultan Selim’in yanında yer alarak gerçekleştirmiştir.

Bu lider kadro, II. Bâyezîd (1481-1512), Yavuz (1512-1520) ve Kanûnî gibi Türk tarihinin en büyük ve güçlü padişahlarının saltanat yıllarında işbaşında bulunduklarından, çok önemli işler yaptıkları halde ikinci planda kalmışlardır. Eğer zayıf padişahlar zamanında bunlar devletin üst makamlarında bulunsalar idi o döneme “Cemâlîler Devri” adı verilebilirdi.

Lider konumundaki Cemâlîler’in çocuklarına gelince bunlar; babaları gibi medreselerde yetişip müderrislik, kadılık ve valilik yapmışlar ancak varlık gösterememişler, bulundukları mevkilerde genelde silik kalmışlardır. Devrin padişahı, sadrazamı ve yüksek dereceli bürokratlarıyla diyaloglarını kesmemişler fakat Pîrî Mehmed Paşa’nın azli ve Zenbilli Ali Cemâlî Efendi’nin ölümünden sonra birinci derecede sorumluluk gerektiren makamlara çıkmaktan kaçınmışlardır. Bu kuşağın dikkat çeken bir diğer özelliği; babalarının mutasavvıf olmaları veya bu yolda yürüyenlerle yakın ilişkilerinin bulunmasına karşılık birkaçı hariç çoğunun tasavvuftan uzak durmalarıdır.

İyi bir eğitim alan Cemâlîler’in hemen tamamının değişik konularda eserleri bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı telif, bir kısmı da şerhtir. Dinî ve tasavvufî ilimlerin yanında tarihe dair eserler yazıp Osmanlı tarihinin ilk dönemlerine ışık tutanlar da vardır. Birçoğu şair olup şiirlerini topladıkları divan veya divançeleri bulunmaktadır. Bu sebeple bazıları şuara tezkirelerine alınmış ve tanıtılmışlardır.

Cemâlîler, hayırsever ve cömertlikleri ile de tanınmışlardır. Vakfettikleri eserler daha çok; mektep, medrese, tekke, cami, mescit gibi eğitim-öğretim kurumlarıdır.

Cemâlîler, incelenen dönemde, özellikle II. Bâyezîd ve Yavuz devirlerinde siyasete yön vermişlerdir. Şeyh Mehmed Çelebi/Çelebi Halîfe, Cem Sultan’a karşı II. Bâyezîd’i desteklemiş; onun tahta çıkmasını sağlamıştır. Pîrî Mehmed Paşa da Acem kültürüne hayran olan Amasya Valisi Şehzade Ahmed’e karşı, Türk kültürüne sahip çıkan Yavuz Sultan Selim’in yanında yer alıp ona danışmanlık yapmış; başarısı için büyük gayret göstermiştir.

Cemâlîler’in kadınlarına dair kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. Şüphesiz onlar da devrin şartlarına uygun olarak iyi tahsil yapmış, kültür düzeyi yüksek kadınlardı. Evlendikleri kişilerle yaptırdıkları hayır eserleri, onların sıradan birileri olmadıklarını göstermektedir.

KAYNAKÇA

  • Akgündüz, A. (1990). “Semendire Eflâkleri Kanunnâmesi”. Osmanllı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri. C. 2. İstanbul.
  • Atâî (1268). Zeyl-i Şakayik, C. 1. İstanbul.
  • Harîrî-zâde Mehmed Kemâleddîn Efendi. Tıbyân Vasâilü’l-Hakaik fî-Beyâni Selâsili’t-Tarâik, I, yazma, Süleymaniye Ktb. İbrahim Efendi, no. 430.
  • Hasan Rızâî el-Aksarâyî (2017). Nüzhetü’l-Ebrâr. Ankara: Aksaray Valiliği İl Kültür Turizm Müd. Yay.
  • Hoca-zâde Ahmed Hilmi (1325). Ziyâret-i Evliya. İstanbul.
  • Hüseyin Hüsâmeddin (1327-1330). Amasya Tarihi. C. 1. İstanbul.
  • Hüseyin Vassaf, Sefîne-i Evliyâ, III, Süleymaniye Ktb. yzm. Bağışlar, no. 2754, s.228.
  • İnalcık, H. (1983). Djamâlî. The Encylopaedia of Islam. (C. 2, s. 420). Leiden; Baysun, M. C. (1993). Cemâlî. İslâm Ansiklopedisi. (C. 3, s. 85-88). İstanbul. 
  • Konyalı, İ. H. (1974). Âbideleri ve Kitâbeleri ile Niğde Aksaray Tarihi. C.2. İstanbul: Fatih Yayınevi.
  • Küçükdağ, Y. (1992). Konya’da Bir Mevlevî Manzumesi (Pîrî Mehmed Paşa Zâviyesi ve Vakfiyesi). IX. Vakıf Haftası Kitabı. Ankara.
  • Küçükdağ, Y. (2017). Piri Mehmet Paşa. Aksaray: Aksaray Belediyesi; Küçükdağ, Y. (2017). Cemali Ailesi. Aksaray: Aksaray Belediyesi.
  • MEB Yay; Râzî, İslâm Ansiklopedisi. (C. 9, s. 645-646). İstanbul.
  • Mecdî (1269). Tercüme-i Şakaik-i Nu’mâniye. İstanbul.
  • Muhyî-yi Gülşeni (1982). Menâkib-i İbrahim Gülşenî. Ankara: TTK.
  • Nişancı-zâde Mehmed (1290). Mir’ât-ı Kâinât. C. 2. İstanbul.
  • Sadık Vicdânî (1338-1341). Tomar-ı Turûk-ı Aliyyeden Halvetiyye. İstanbul.
  • Sehî (1325). Tezkire. İstanbul.
  • Serin, R. (1984). İslâm Tasavvufunda Halvetîlik ve Halvetîler. İstanbul.
  • Sinâneddin Yusuf b. Yakub (1290). Menakıb-ı Şerîf ve Tarîkat-nâme-i Pîrân ve Meşâyih-i Tarîkat-ı Aliyye-i Halvetiyye. İstanbul.
  • Taşköprî-zâde (1985). eş-Şakaiku’n-Numâniyeyye fî-Ulemâi’d-Devleti’l- Osmaniyye. İstanbul.
  • Tayşi, M. S. (1993). Cemâliyye. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. (C. 7, s. 318) İstanbul.
  • Türkiye Diyanet Vakfı Yay; Öz, M. (1993). Cemâleddin Aksarayî. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. (C. 7, s.308-309). İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
  • Türkiye Diyanet Vakfı Yay; Uludağ, S. (1991). Fahrettin Râzî. Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.
  • Uzunçarşılı, İ. H. (1984). Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı. Ankara: TTK.

Madde Yazım Bilgileri
Yazar: Prof.Dr. Yusuf KÜÇÜKDAĞ


Anahtar Kelimeler: Cemâlî Ailesi, Aksaray, Perekler, Cemâleddîn-i Aksarâyî, Cemâliyye.