Âşık Bekir Coşkun
(d.1947/ö.-)
Halk Bilimi-Âşıklık Geleneği-Âşıklar

1 Nisan 1947 yılında dünyaya gelen Bekir Coşkun, Aylanmalı sülalesinden olduğunu bildirmektedir. Dedesi Kurt Nebi Coşkun, Kırım’ın Aylansu köyünden 1897 yılında geldiği için bu isimle anılmaktadır. Orta birinci sınıfın sonunda okulu bırakmak zorunda kalır ve birkaç yıl aldığı Kur’an-ı Kerim tahsiliyle eğitim hayatı sona erer. Coşkun, 1964 yılında ilk evliliğini yapar. Eşinin vefatı dolayısıyla 2004 yılında ikinci evliliğini yapmıştır. Çobanlık yaparak geçimini sağlayan âşık, inşaat, fabrika işçiliği gibi pek çok işte çalışmıştır ve dolayısıyla yurdun pek çok yerini gezme fırsatı bulmuştur. En son olarak köyünde fahri imamlık yaptığı bilinmektedir.

Coşkun, toplum içindeki görevlerinden hareketle ozanlarla âşıklar arasında bir ayrım yapmakta ve kendisini âşık değil ozan olarak tanımlamaktadır. Ayrıca Coşkun, âşığı din konulu şiirler yazıp söyleyen biri olarak nitelemekte, ozana âşıktan farklı olarak toplum sorunlarını dile getirme görevi yüklemekte ve kendisini de ozan olarak tanımlamaktadır. Bekir Coşkun, kaleme aldığı ya da dile getirdiği şiirlerinin bazılarında babasının âşık olmasından hareketle Âşıkoğlu mahlasını kullanır. Bazı şiirlerinde ise kendisini ozan olarak ön plana çıkaran Ozan Âşıkoğlu mahlasını kullanır. Bu iki mahlasın dışında Tatar Türkçesi ile yazdığı şiirlerde Âşıkulu mahlası karşımıza çıkar. Tatar Türkçesindeki Âşıkulu, Türkiye Türkçesinde Âşıkoğlu anlamına gelmektedir.

Coşkun’un şiir yazma merakı ilkokul çağlarında başlamıştır. Ara sıra defterlerine gelişi güzel bir iki dörtlük karalar, bu dörtlükler öğretmeninin çok hoşuna gider ve kendisini şevklendirir. Çobanlık yaptığı yıllarda Karacaoğlan’ın kitabını çok severek okur. Coşkun, İstanbul’da çalıştığı 1972 yılı mayıs ayının son günlerinde geceleri saat 02.00’ye kadar fabrikada çalışmakta, sabaha kadar biraz istirahat ettikten sonra da kendi arsasına gecekondu gibi bir ev yapmaktadır. Fazla çalışmanın etkisiyle o güne kadar hiç aksatmadan kıldığı namazlarını ihmal etmeğe başlamıştır. Bir gece yine aynı saatte işten döndükten sonra dilinin döndüğü kadar duasını ederek yatar. Rüyasında bir arkadaşı gelip onu “Kalk! Bugün Taksim meydanına Sevgili Peygamber Efendimiz gelecekmiş, görmek için biz de gidelim mi?” cümleleriyle çağırır. Ozan, rüyasında çok sevinir. Bir yandan gitmek için hazırlanırken diğer yandan da gelen arkadaşına sitem ederek “Arkadaşım, biz yıllardan beri Sevgili Peygamberimizi rüyamızda görebilmek için dualar ederek yatıyor, O’nun aşkı ile yanıp tutuşuyoruz; sen ise ‘gidelim mi’ diye soruyorsun, bu fırsat kaçırılır mı?” der. Bir süre sonra kendilerini bir anda Taksim Meydanı’nın tam ortasında bulurlar. Bütün kaldırımlar ve caddeler insanlarla dolmuş, herkes sessiz sedasız beklemektedir. Ozanımız ve arkadaşı kaldırımda yer bulamadığı için bir köşe başına duruverirler. Herkes sessizce o mübarek zatın geleceği tarafa bakmaktadır. Bir müddet sonra “geliyor” diye uğultu kopar ve bütün gözler kıble tarafındaki caddeye çevrilir. O kadar insanın içinde tek bir kadın bile yoktur. İki arkadaş, bulundukları yerden caddeyi rahatça görebildikleri için artık gelenleri açıkça seçebilmektedirler. Gelenler beyaz Arap elbisesi giyinmiş iki kişidir. Biri orta boyludur, diğerinin daha uzun boylu ve daha yaşlı olduğu uzun ve beyazlaşmış sakalından bellidir. Orta boylu olanın yüzü daha nurludur, sakalının beyazı siyahından fazladır ve kendisi diğerine göre daha güler yüzlüdür. Orta boylu olanın elinde iki eliyle tuttuğu bir tas bulunmaktadır ve tasın üzerinde yeşil bir havlu örtülüdür. Etraftakiler birbirlerine “Şu elinde tas olan orta boylu zat Sevgili Peygamberimiz Efendimizdir, yanındaki uzun boylu ve yaşlı olan ise Âdem peygamberdir” diye fısıldamaktadır. Her şey o kadar net ve açık seçik cereyan etmektedir ki uyanık haliyle bile insanın bu kadar net görebilmesi imkânsızdır. Bu iki kişi, caddenin tam orta yerinden yürümekte ve ozanımızla arkadaşına doğru gelmektedirler. Ozanımız ve arkadaşı, gözlerini bir an bile ayırmadan gelenleri takip etmektedir, gelenlerin gözleri de ozanımızla arkadaşının üzerindedir. O an ozanımızın heyecandan kalbi durmak üzeredir. O mübarek zatı bu kadar yakından görebileceğini hayal bile edememektedir. Sevgili Peygamberimiz ve yanındaki zat doğruca ozanımızın karşısına gelerek dururlar. Ozanımızı bir başka heyecan kaplar, yüz yüze geldikleri halde ozanımız, karşısındaki kişinin gözlerinin içine bakamaz. Düşüp bayılmak üzeredir. O an, elindeki üzeri yeşil örtüyle örtülü olan tası ozanımıza uzatarak “Al bunu sana getirdim, artık dünya malına tamah etme!” der ve tası uzattıktan sonra geldikleri yöne doğru kaybolup giderler. Ozanımız, “Acaba bu tasın içinde ne var ki?” diye heyecan ve merak içinde örtünün bir ucunu hafifçe açtığı zaman örtünün altında âdeta güneş gibi parlayan bir nur olduğunu görür ve derhal geri kapatır. Tekrar evine dönmek için yola çıktığında kendini köyünde buldur, babasını çağırarak bu nuru babasına da gösterir ve “Gel seninle köyün dışına çıkalım da bu nurun ışığı ne kadar mesafeye ulaşıyor bir deneyelim.” der. Köyün dışına çıkarlar, tasın örtüsünü biraz açtığı zaman içindeki ışığın köyün iki kilometre uzağındaki bayıra kadar ulaştığını görürler. Ozanımızın babası, bayırın tepe noktasına kadar gider ve ozanımız tekrar örtüyü açtığı zaman babası, “Dünyanın son ufkuna kadar ışıtıyor” diyerek geri gelir. Uyandığı zaman göz çukurlarının yaşlarla dolu olduğunu görür ve çok güzel bir rüya olduğunu anlar. Yatağın üzerinde bir müddet daha kendine gelinceye kadar oturur. Mutluluktan ağlar, Allah’a şükrederek dua eder.

Coşkun, destani türde ve koşma tarzında pek çok halk edebiyatı ürünü ortaya koymuştur. Kendisinin verdiği bilgiye göre üç yüzden fazla şiiri vardır. Şiirlerinin konusunu daha çok kendi hayat hikayesini anlatan gurbetlik ve sürgün üzerinedir. İlahi aşkı da sıkça andığı şiirlerinde toplumsal sorunları da dile getirmiştir. Bunların dışında Türk ve Müslüman olmanın gururunu mısralarında dile getirmiş, vatanı ve milleti için kanını seve seve feda edebileceğini, yapılan haksızlıkları, Bosna-Hersek dramını şiirleriyle ifade etmiştir. Aksaray’ın güzelliklerini de dile getirdiği şiirlerinde Yunus Emre’ye ayrı bir başlık açmış ve Yunus Emre üzerine pek çok şiir yazmıştır.

Bekir Coşkun’un şiirlerinin bazıları Yeni Aksaray ve Vakit gazetelerinde yayınlanmıştır. Yeni Aksaray Gazetesi’nde babası Murat Coşkun ve Abdullah Kumcu ile atışmaları vardır. Ayrıca âşığımızın “Türk’ün Yolu” adlı şiiri 1983 yılında yayınlanan Halay Dergisinin nisan sayısında yer almıştır. Âşığımız Folklor Araştırmaları Kurumu’nun açmış olduğu Yunus Emre’yi Anma yarışmasına katılmış, şiiri ödüle lâyık bulunmuştur.

KAYNAKÇA

  • Coşkun, B. (2016). İlham ve Kalem. Haz. Selçuk Peker. Konya: Tuna Kitabevi.
  • Kolektif (2015). Aksaraylı Âşıklar. Aksaray: Aksaray Valiliği Kültür Yayınları.
  • Âşık Bekir Coşkun ile 12.04.2021 tarihinde röportaj gerçekleştirilmiştir.

Madde Yazım Bilgileri
Yazar: Arş. Gör. Dr. Gülperi MEZKİT SABAN

Anahtar Kelimeler: Âşıklık Geleneği, Bekir Coşkun, Aksaray.

Eserlerinden Örnekler

Cumhuriyet
Kurtuluş harbiyle başlandı işe,
Kükreyen dalgalar sular duruldu.
Kan ile sulandı yurtta her köşe,
Cumhuriyet bu şartlarda kuruldu.

Eli silah tutan katıldı harbe,
Şehit kanı aktı her bir cephede.
Kudurmuş düşmana vuruldu darbe,
Cumhuriyet bu şartlarda kuruldu.

Ne tankımız vardı ne tayyaremiz,
Sırtında top çekti ninelerimiz.
Şehit, gazi oldu dedelerimiz,
Cumhuriyet bu şartlarda kuruldu.

O gün ne yol vardı ne arabalar,
Toprağı işlerdi kara sabanlar.
İnançlıydık, aydınlıktı yarınlar,
Vatanımız bu imanla kurtuldu.

En hızlı vasıta at arabası.
Ekmek yok, katık yok bu da cabası.
Kadınlar çift sürer şehit kocası;
Cumhuriyet bu şartlarda kuruldu.

İlkokullar bile yoktu köylerde,
Tahsil görülürdü medreselerde,
Elektrik yoktu, telefon nerde,
Cumhuriyet bu şartlarda kuruldu.

Bugün hürriyet var, medeniyet var.
Okuyalım diye ilme davet var,
Öğrencide, öğretmende gayret var,
O günden bu güne kıyasla yurdu,

Artık bilgisayar çağı başladı,
İnsanlar teknikten nasibin aldı,
Aşıkoğlu yine maziye daldı,
Cumhuriyet bu şartlarda kuruldu.

Aksaray
Altın bir sayfasın tarih içinde,
Açılmış laleyle gülün Aksaray.
Ayrı bir yerin var benim gönlümde,
Dağlara yaslanmış gelin Aksaray.

Suyun çağlar vadilerden geçerek,
Turistler görmeğe gelir seçerek,
Gönlüm sızlar sana hasret çekerek,
Ilgıt ılgıt eser yelin Aksaray.

Yetişen mahsulün on ili besler,
Dolar ambarların, taşar ofisler,
Yemyeşil bahçeler bağımı süsler,
Lâle Bağlarınla şirin Aksaray.

Yetmiş bin evliya yatar sinende,
Kırk Kızlar’ın nöbet bekler bedende,
Bayram Baba, Taptuk Baba hep sende,
Saymakla biter mi velin Aksaray.

Evliyalar başı Şeyh Hamid Veli,
Somuncu Baha’nın var ayrı yeri,
Kucak açmış Ervah koruyor seni,
Tarihini okur dilin Aksaray.

Ihlara Vadisi, turistik yerin,
Peri Bacaların mazisi derin,
Eğri Minare’yi görmeli derim,
Ul’ırmak’tan akar selin Aksaray.

Âşıkoğlu över, bilgisi yetmez,
Görmeğe gelenler bir daha gitmez,
Çalışkan insanı, uzanıp yatmaz,
Övülmeye değer şirin Aksaray.

Yunus’un Özünü Gördüm
Gezdiğim her köyde Anadolu’da,
Ben Âşık Yunus’un özünü gördüm.
Eriştiğim her menzilin sonunda,
Ben Âşık Yunus’un özünü gördüm.

Aştığım yaylada, vardığım handa,
Su içtiğim pınar, gördüğüm canda,
Takva kapısından girdiğim anda,
Ben Yunus Emre’nin özünü gördüm.

Şu dağların yokuşunda, düzünde,
Aşk badesi içenlerin özünde,
Allah diyen âşıkların sözünde,
Ben Âşık Yunus’un özünü gördüm.

Taşlaşmış kalplerin eriyişinde,
Batıl inançların çürüyüşünde,
Sevginin çığ gibi büyüyüşünde,
Ben Âşık Yunus’un özünü gördüm.

Üç beş huri diye istemez cennet,
O Hakk’a âşıktı, Resul’e ümmet,
Şeriat yolunda, rehberi sünnet,
Ben Âşık Yunus’un özünü gördüm.

Allah için akan her damla yaşta,
Nefsime zor gelen her türlü işte,
Kendime geldikçe her düşünüşte,
Ben Âşık Yunus’un özünü gördüm.