OSMANLI İDARESİNDE AKSARAY
Aksaray’ın Osmanlı Egemenliğine Geçişi
Karamanoğlu İbrahim Bey’in 1464’te ölümünden sonra oğulları arasında baş gösteren taht kavgası beyliğin bekasını tehlikeye düşürür. Karaman beylerinin birbirleriyle uğraştığı bir sırada meydana gelen Dulkadirli saldırısı üzerine Karamanlılar, Uzun Hasan’a müracaat edip müdahalesini isterler. Karaman-iline giren Uzun Hasan, Dulkadirli Türkmenlerini mağlubiyete uğrattıktan sonra; Konya, Aksaray, Develi, Beyşehir, Akşehir ve Kayseri’yi yağmalayarak İshak Bey’e teslim eder. Bunun üzerine Pir Ahmed ve kardeşleri Osmanlılara sığınarak Fatih’ten yardım isterler. Osmanlı kuvvetlerinin desteğini alan Pir Ahmed Bey, kardeşi İshak Bey’le Ermenek yakınlarında yaptığı savaşı kazanınca İshak’ın idaresindeki bütün Karaman topraklarını ele geçirir.
Osmanlı himaye ve nüfuzu altında Karaman tahtına oturan Pir Ahmed Bey, bir müddet sonra Osmanlı tahakkümünden kurtulmak için, Akkoyunlular ve Venedikliler ile birleşerek açıktan açığa düşmanlığa başlar. Bunun üzerine Fatih, Karaman-ili üzerine yürüyüp, Konya ve Gevale Kalesi’ni 1467’de zapt eder. Osmanlı siyasetine karşı koyan Karaman-ili merkezindeki ileri gelen eşraf ve devlet erkânından bazılarını öldürttüğü gibi Konya’daki usta ve zanaat erbabının da İstanbul’a sürülmesini emreder. Karaman-ili valiliğine de Manisa Sancakbeyi Şehzade Mustafa’yı atadıktan sonra İstanbul’a doğru yola koyulur (1467).
Sadrazam Mahmud Paşa’nın yerine tayin edilen Rum Mehmed Paşa’ya Karaman bölgesinden sürgün yapma işi de verilir. Ancak Paşa’nın halka karşı olan tutumu Karaman ahalisini Osmanlı devleti aleyhine döndürür. Paşa’nın, Varsak Türkmenleri ile yaptığı mücadelede yenilgiye uğraması, fırsat kollayan Karamanoğlu Pir Ahmed ve kardeşi Kasım Bey’in yeniden faaliyete geçmesine neden olur. Konya üzerine yürüyen Pir Ahmed ve Kasım beyler, burayı alamayınca; Ereğli, Aksaray, Develi ve Niğde gibi eski Karaman şehirlerini zapt edip (1469) Ankara önlerine kadar gelirler.
1470 yılında Rum Mehmed Paşa’nın azl ve katl edilmesinden sonra, Karaman beyleri ile mücadele için İshak Paşa tayin edilir. Karaman-ili üzerine yürüyen Paşa’nın karşısında bir müddet direnmelerine rağmen Pir Ahmed ve Kasım beyler, muvaffak olamazlar. Nitekim Pir Ahmed, yine aynı görevle Karaman-iline gönderilen Gedik Ahmed Paşa ve İshak Paşa komutasındaki kuvvetlerle Mud civarında yaptığı savaşı kaybedince kendine bağlı aşiretler de dağılır. Kasım Bey ise mücadeleye devam etmek için Hasan Dağı’na çekilir. Varsak Türkmenleri ve diğer cemaatlerin desteğini arkasına alan Kasım Bey, Niğde üzerine hücum ederse de şiddetle mukabele eden Osmanlılar, başta Lârende olmak üzere Ereğli ve Aksaray gibi Karamanlılara taraftar şehirlerin Müslüman ve bir kısım Hristiyan halkını İstanbul’a sürerler (1471).
Fatih’in 1467’de başlayan ikinci Karaman seferi ve sonrasındaki bir dizi gelişme neticesinde diğer Karaman şehirleri gibi Aksaray’ın da 1470 öncesinde ilhakı tamamlanmış olmalıdır. Zira 1469’da Karamanoğlu Pir Ahmed ve Kasım Bey’in Osmanlı devleti elindeki; Ereğli, Aksaray, Develi ve Niğde şehirlerini zapt etmeleri ve 1470 tarihli bir tahririn varlığı dikkate alındığında bölgedeki Osmanlı egemenliğini 1467-1469 arasında bir zaman dilimine oturtmak mümkündür. Bu çerçevede kaynaklarda çeşitli tarihler zikredilse de Karaman topraklarının bütünü için İ. Şahin ve İnalcık’ın kullandığı 1468 yılı en fazla kabul edilen tarih olmuştur. Karaman topraklarının Osmanlı egemenliğine girmesiyle bölgeden ve Aksaray’dan İstanbul’a ve Rumeli’ye sürgünler çıkarılmış ve İstanbul’da bir semte bu şehrin adı verilmiştir.
Osmanlı İdaresinde Aksaray
Aksaray’ın da içinde bulunduğu Karaman eyaletinde ilk tahrir 1470’de, sonraki 1476’da, bir diğeri de 1483’te tamamlanmıştır. Bu üç tahrirden günümüze vakıf defterleri, timar defterleri ve bir mufassal defter parçası gelebilmiştir. Şehir, köy ve konargöçerlere ait sağlıklı verilerin yer aldığı ilk tahrir 1500 tarihli olup, bunun ardından 1518, 1530 ve 1584 tarihlerinde yazımlar yenilenmiştir. Tahrirlerle birlikte bölgenin idarî yapılanması da şekillenmiştir. Yeni kurulan Karaman eyaleti bünyesinde sancak statüsü kazanan Aksaray, bu eyaletin değişmez sancaklarından biri olmuştur. Sancak; önce Aksaray ve Koçhisar, daha sonra da Eyyübili’nin eklenmesiyle üç kazâya ayrılmıştır. Bir ara sancak içindeki konargöçer gruplardan Yüzdeciyan adı altında iktisadî ve idarî bir ünite oluşturularak ayrı bir kazâ haline getirildikleri biliniyorsa da bu uygulamadan kısa bir süre sonra vazgeçilmiştir. Aksaray, Koçhisar ve Eyyübili’den oluşan üçlü kazâ yapısı 19. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir.
Şehrin Fiziki Yapılanması
Osmanlı devletinde bir yerleşme merkezinin şehir ya da kasaba olarak tanımlanabilmesi için bazı işlevsel özellikleri taşıması gerekirdi. Yerleşmede, bir sancakbeyi veya kadının yanında çarşının bulunması, pazar kurulması ve nüfusun önemli bir kısmının geçimini tarım dışı faaliyetlerden sağlıyor olması gibi niteliklere bakılırdı. Bu yüzden Osmanlı şehri “Cuma kılınur ve pazar durur” yer olarak tanımlanmıştır. Şehir çevresinde yapılan tarım faaliyetleri, özellikle bağcılık ve bahçecilik de şehir hayatında önemli bir yer işgal etmekteydi. Şehirler aynı zamanda üretim hayatı farklı dağ ve ova köyleri arasında bir pazar ve mübadele merkeziydi. Bu özellikleri taşıyan yerleşme merkezleri, defterlere genellikle “nefs” olarak kaydedilmişse de, “nüfusu az, ziraatla uğraşan küçük merkezler için de” bu tabir kullanılmıştır. Aksaray kazâsı için de, genellikle “nefs” diye tabir edilen şehir merkezi, Aksaray dışındaki nahiyelerin hiçbirinde yoktur. Buradaki nahiyeler, bir yerleşim birimi etrafında birleştirilen köy ve mezraların dışında, daha çok idarî bölge adları olarak karşımıza çıkmaktadır
Osmanlı şehirlerinin temel unsurlarından birini de şüphesiz, içinde Cuma namazı kılınan büyük camiler, bir başka deyişle “Ulu Camiler” teşkil eder. Genellikle kale içinde bulunan Ulu Camilerin, şehirlerin büyüklüğüne göre sayıları değişmektedir. Bunlar, aynı zamanda yeni kurulacak şehirlerin veya mevcut şehirlerde teşekkül edecek yeni semtlerin çekirdeğini oluştururlardı. Aksaray’daki Ulu Cami’nin ya da diğer adıyla Karamanoğlu Mehmed Bey Cami’nin böyle bir işlev üstlendiği anlaşılmaktadır.
Türklerin Anadolu’da, Konya merkez olduktan sonra doğuya giden yol üzerinde kurdukları en önemli iskân yerlerinden biri olan Aksaray, 12. yüzyıl sonlarından itibaren gelişip surların dışına yayılarak, daha çok ırmağın kuzey yakasına doğru büyümüştür. Bu sahadaki gelişmeye paralel olarak, kalenin içindeki Karamanoğlu Mehmed Bey Cami’nin yanında bir de kale dışındaki Eğri Minare (Kızıl Minare) Cami, şehrin yeni büyüme sahasının merkezi olmuştur. 16. yüzyılın ilk yarısında Karamanoğlu Mehmed Bey Cami, ikinci yarısında ise buna ilaveten Şeyh Baba Yusuf ve Sofular camileri dışındaki ibadethaneler mescid olarak kaydedilmiştir. Evliya Çelebi de şehirde Karamanoğlu İbrahim (Mehmed olmalı) Bey, Şeyh Hamid Veli, Debbağlar, El-Hac Seyyid Hasan Efendi ve Kârhane camileri ile 98 adet mescidin varlığından söz etmiştir.
Osmanlı şehirlerinin başlangıçta bir hamam etrafında şekillendiği diğer yapıların bunun çevresine bina edildiği bazı araştırmacılar tarafından kabul edilmektedir. Şehirde yaşayan ve çalışan insanların beden temizliklerini rahat bir şekilde yapabildikleri mekânlar, şüphesiz hamamlardır. Buna göre Aksaray’da yüzyıl boyunca Küçük Hamam, Tarhacı Hamamı, Tir Pazarı Hamamı ve Ali Bey Hamamı adlarıyla zikredilen hamamların mevcudiyeti anlaşılmaktadır.
Türk-İslâm şehirlerinin temel idarî birimlerini oluşturan mahalleler; genellikle bir mescidin etrafındaki değişik sayıda evlerden meydana gelmektedir. Mahalle, umumiyetle birbirini tanıyan, bir ölçüde birbirinin davranışlarından sorumlu, sosyal dayanışma yönünden bir bütün teşkil eden ve aynı inanışa sahip toplulukların yaşadığı yer olarak da tanımlanmaktadır. Bir şehrin gelişmesi, yeni mahalleler kurulması yoluyla gerçekleştiğinden, Osmanlı şehrinde mahalle, vazgeçilmez bir unsurdu. Bir mescid veya cami, bazen bunlarla beraber diğer yapıların tesis edilmesi de şehrin gelişmesini mümkün kılardı. Aksaray’ın Osmanlı öncesi mahalle sayısı hakkında pek fazla bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, Osmanlılar ile yapılan mücadelelerden ve ilhak sonrası uygulanan göç politikalarından dolayı, mahalle sayısında düşüş olduğunu varsaymak mümkündür. 1476 tarihli vakıf defterinde 11 mahalle mescidi görülürken, 1500 tarihinde ise “mahalle” adıyla anılan birim sayısı 36’dır. Fakat “karye-i Yenice tâbi-i şehir” başlığı ile bir köy eklendiği ve mahalleler içerisinde gösterildiğinden toplam mahalle sayısı 37’ye çıkmaktadır. Daha sonraki dönemlerde de görüleceği üzere Yenice köyü mahalle olarak belirtilmiştir. 1518’de Hacı Hasan Mahallesi’nde yazılı 2 imamdan birinin İplik Pazarı Mahallesi’nde oturduğu kayıtlıdır. Ancak, ne bu tarihte ne de daha sonraki tarihlerde İplik Pazarı Mahallesi’ne rastlanılmamaktadır. Ayrıca 1476 ve 1500 tarihli vakıf defterleri ile 1530 tarihli muhasebe icmâl defterinde “Mescid-i Mahalle-i Çeşme” şeklinde kaydedilmiş olan Çeşme Mahallesi’nin, mufassal defterlerde bulunmaması, bu mahallenin başka bir adla kaydedilmiş olabileceği düşüncesini akla getirmektedir. Nitekim farklı adlarla veya iki ayrı mahallenin tek bir idarî başlık altında birleştirilerek yazılmış örnekleri oldukça fazladır. Bu dönemde Teşviş, Hacı Celal, İsa Fakih ve Hacı Rükneddin’in sakinleri arasında Ahi Teşviş, İbrahim veled-i Hacı Celal, Ahmed veled-i İbrahim, İsa Fakih veled-i Hacı Sinan, Yusuf veled-i İsa Fakih, Hacı Hamza veled-i Rükneddin gibi mahalle kurucularının veya bunların çocuklarının yer alması, buraların yeni veya kısa bir süre önce kurulduğuna delalet etmektedir. Benzer durum şehirdeki diğer yeni mahallelerin kuruluşunda da görülmektedir.
1518 yılında, mahalle sayısı 38’e çıkmıştır. 1500’de Ases Mahallesi’ne tabi olan Pir Veli Mahallesi ortadan kalkmış, bunun yerine İbrahim Hoca ve Eskiahur mahalleleri kurulmuştur. Kendisinden daha az nüfusa sahip olan mahalleler mevcudiyetini devam ettirirken, Pir Veli Mahallesi’nin görülmemesi ilginçtir. Mahallelinin tamamen dağıldığını veya ortadan kalktığını iddia etmek yerine, mahalle isminin değiştiğini düşünmek daha makul bir yaklaşımdır.
1571 yılında, Kıbrıs’ın alınmasından sonra buranın iskânı için Anadolu’nun çeşitli yerlerinden sürgünler yapıldığı bilinmektedir. Aynı dönemde, Aksaray sancağı’ndan da bazı hanelerin sürüldüğü görülmektedir. Ayrıca, 1572 tarihli sürgün defterinde, sürgün edilen haneler dışında, şehrin nüfusu, mahalleleri ve köyleri hakkında da, çok tatmin edici olmasa da bazı bilgiler bulmak mümkündür. Çünkü bu defteri tutan ve sürgün işini yürüten Ilgın kadısının belirttiği üzere, sürgün edilme korkusundan ahalinin yerini, yurdunu, çiftini çubuğunu bırakıp kaçtığı anlaşılmaktadır. 1518’de 38 mahalle var iken bu tarihte mahalle sayısı 29’a düşmüştür.
1584 yılına gelindiğinde mahalle sayısı 41’e çıkmıştır. 1518’dekilere ilaveten Merhum Şeyh Hamid, Mescid-i Kanlukara ve Mescid-i Ürgüboğlu gibi mahalleler kurulmuştur. Defterde Mescid-i Ürgüboğlu Mahallesi’nin yeni kurulduğunu belirtmek için yeni anlamında “hâdis” terimi kullanılmıştır. Bu dönemde görülen nüfustaki, yaklaşık %100’lük artış oranı, aynı şekilde mahalle sayısına yansımamaktadır. Bunun yerine mahallelerdeki nüfusun daha da kalabalıklaştığı gözlemlenmektedir.
Evliya Çelebi, 1670’de Aksaray’ın 32 mahallesi olduğunu belirterek bunlardan bazılarının adlarını vermiştir. Çelebi’nin verdiği mahalle isimleri ile 16. yüzyıldaki mahalle adlarının kısmen de olsa değiştiği anlaşılmaktadır. Aksaray’daki mahalle isimlerinin büyük bir kısmı, bir mescid veya mescidin banisi oldukları anlaşılan kişilere dayanmaktadır. Bu açıdan, ilgili kişilerin kullandığı sıfat ve unvanların incelenmesi de mahallelerin kuruluşu hakkında bazı fikirler vermektedir. Mahallelere adını veren kişi ve mescidlerin banilerinin, genellikle hacı, fakih, hoca, çelebi, şeyh, mevlana, bey gibi unvanlar kullandıkları görülmektedir. Evliya Çelebi’nin deyimiyle içinde “yedi binden fazla evliyânın yattığı” şehirde, yukarıda zikr olunan unvanlara sahip kişilerin çokluğunu, bu ifadenin bir nebze de olsa izah edebileceği düşünülmektedir.
Şehrin Demografik Yapısı
Bizans bakiyesi üzerine kurulan Anadolu’daki Türk hâkimiyeti Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı egemenliğinden müteşekkildir. Bu husus, pek çok Anadolu şehir ve kırsalında Müslümanların yanında gayrimüslim nüfusun varlığını da gündeme getirmektedir. Aksaray şehir merkezinde, 16. yüzyıl boyunca gayrimüslim bulunmadığı için mahalleler tamamen Müslümanlardan müteşekkildir. Ayrıca, Aksaray gibi; Ereğli, Selendi, Silifke, Doğanhisar, İshaklu, Develi, Koçhisar, Beyşehir ve Seydişehir şehirleri de tamamen Müslüman Türklerin meskûn olduğu bölgelerdi. Buralarda yaşayan gayrimüslimlerin İslamlaşmasının, 16. yüzyıl öncesine ait bir olgu olduğu görülmektedir. Ancak, Aksaray kırsalında gayrimüslim köyler ve nüfusun varlığı biliniyorsa da bunların şehir merkezindeki mevcudiyetleri 19. yüzyıl nüfus sayımlarında ve seyyahların gözlemlerine yansımıştır. 1843 tarihli, Aksaray cizye defterinde, şehir merkezinde 21 haneden müteşekkil yaklaşık 105 civarında Ermeni nüfusun varlığı görülmektedir. Fakat 1895 yılında şehri ziyarete gelen F. Sarre, “beşte birinin Ermeni olduğu söylenen şehirde 2500 kadar insan yaşıyor” demektedir. Ş. Sami ise 1888 tarihli eserinde, 4660 kişinin yaşadığı şehirde, 410 kişinin Ermeni olduğunu söylemektedir. Buna göre iki cemaat arasındaki oran yaklaşık onda bire ulaşmaktadır. Şehir merkezinde uzun süre gayrimüslim herhangi bir cemaatin bulunmamasında az da olsa eski bir anlayışın tesiri olduğu düşünülebilir. Zira Aksaray’ı, yeniden inşa eden II. Kılıçarslan, kötü insanlar ile Ermeni ve Rumların şehre girmesine müsaade etmemiş, bu gelenek uzun yıllar sürdürülmüş, 19. yüzyıla kadar devam ettirilmiştir.
15-16. yüzyıl demografi çalışmalarına temel teşkil eden ve bu alanın en önemli kaynaklarından biri sayılan tahrir defterlerinin, reel nüfusu yansıtmadığı bilinen bir gerçektir. İmparatorluk döneminin tahrir defterleri, nüfus sayımları yapılmak üzere değil, vergilendirilebilir yetişkin erkek nüfusu tespit ve bunlara vergi tarh etmek maksadıyla hazırlanmışlardır. Bu bakımdan defterlerde, “buluğ çağının üstündeki evli veya bekâr erkek vergi mükellefleri yazılıdır. Bunların yanında vergiden tamamen ya da kısmen muaf olan bazı kişi ve gruplar da kayıtlıdır”. Fakat “vergiden muaf tutulan kişilerin genellikle defterlere yazılmadıkları görülmektedir. Bunlar askerî-idarî sınıfın (askerî) üyeleri olabilecekleri gibi devlete hizmette bulunmuş halktan kişiler de olabilmekteydi.
Nüfus çalışmalarına temel teşkil eden nefer, “hane” ve “mücerred” kavramlarının ifade ettiği anlam ve bir “hane” ile “nefer” den kaç kişilik bir ailenin kast edildiği meselesi oldukça tartışmalıdır. Bilindiği gibi, vergi mükellefi olan hane reisleri ile bunların buluğ çağına gelmiş erkek çocuklarının isimleri, tahrir defterlerine tek tek kaydedilirdi. Ancak, defterlerde “hane” ve “mücerred” kategorisinin gerçekte ne ifade ettiği kesinlikle belirtilmemiştir. Defterlerdeki bu belirsizlik konu ile ilgilenen araştırmacıları çeşitli şekillerde tahminler yapmaya zorlamıştır. Hane terimini kullananlar daha çok 5 katsayısını, nefer kavramını kullananlar ise 3 veya 3,5 katsayısını esas almışlardır. Buna göre, şehir nüfusu 1500’de 1203 nefer iken (907 hane, 86 mücerred ve 52 muâf), 1518’de 1101 nefere (795 hane, 142 mücerred, 71 muâf), 1530’da 1096 nefere (917 hane) inmiş, 1584’de 2568 nefere (mücerred 834, muâf 167) çıkmıştır. Nefer rakamları 3 veya 3,5 katsayılarıyla çarpıldığında yüzyılın başında 3300-4200 aralığında seyreden nüfus, 1584’de 7700-9000 aralığına yükselmiştir. Her iki dönem arasında tahmini nüfusta meydana gelen artış ise %110 civarındadır.
Osmanlı kentleri üzerine çalışan S. Faroqhi, nüfus açısından şehirleri çeşitli kategorilere ayırmıştır. Buna göre; 400-1000 vergi nüfusu olan yerleşme merkezlerini küçük şehir, 1000-3000 vergi nüfusu olanları orta büyüklükteki şehir, 3000’den fazla vergi nüfusu bulunanları da büyük şehir olarak sınıflandırmıştır. 16. yüzyıl boyunca şehirdeki kayıtlı vergi nüfusu 3000’i aşamadığından çalışmasında Aksaray’ı orta büyüklükte bir şehir olarak kabul etmiştir.
16. yüzyılın sonları ve 17. yüzyılın ilk yarısında; Celali isyanları, Uzun savaşlar, Fiyat istikrarsızlığı, Tağşiş uygulamaları, İklim soğuması, Köylerin terk edilmesi, İç ve dış göçler vs. gibi yaşanan bir dizi hadise Anadolu’nun pek çok bölgesinde nüfus kırılmasına yol açmıştır. Bu olumsuz gelişmelerden Aksaray’ın da etkilendiğini, köylerin bir kısmının boşaldığını, düzensiz göçlerin sıklaştığını, nüfusta kayda değer bir azalmanın meydana geldiğini tahmin etmek zor değildir. Asrın ikinci yarısından itibaren bütün Osmanlı coğrafyasında nüfusta bir artış kendini göstermiş fakat bu artış hiçbir zaman 1584 rakamlarının üzerine çıkamamıştır. Bu husus 18. yüzyılda da devam etmiş olmalıdır; fakat bunu demografik verilerle ortaya koyabilmekten ne yazık ki aciziz. Şehir nüfusuna dair sağlam veriler 1830 ve akabindeki sayımlardan elde edilecektir.
Bölgedeki nüfus hareketleri, şehrin Osmanlı egemenliğine geçiş sürecinde yaşanan gelişmelerin dışında Karapınar ve Kıbrıs’ın iskânında da görülmüştür. Şehzade II. Selim’in girişimiyle 1560’da Karapınar Köyü; imar ve iskân edilmeye çalışılmış, bu amaçla; mescid, han, hamam, mektep, arasta, muvakkıthane, imarethane, şadırvan vs. den oluşan bir külliye inşa edilmiştir. Burasının iskânı için de Aksaray, Niğde ve Lârende gibi şehirlerden, konargöçer aşiretlerden ve köylülerden sürgünler yapılmıştır. İmaretin 1563’te tamamlanmasıyla Karapınar Köyü, Sultaniye adıyla anılan bir kasabaya dönüşmüştür. 1569’daki mahalleler arasında 49 neferli Aksaray Mahallesi’nin varlığına bakılırsa, bu mahallenin Aksaray’dan gelenler tarafından kurulduğu söylenebilir. Kasabanın iskânına yönelik çabalar sonraki yıllarda da devam ettiği, 1579’da Aksaray ve Niğde kadılarına gönderilen hükümlerden anlaşılmaktadır. Buna göre, adı geçen kadılardan, kazâlarında fazla olan; nalbant, kasap, bakkal, ekmekçi, demirci ve terzi gibi esnafın Karapınar’a gönderilmesiyle, buranın mamur hale getirilmesi istenmektedir. Bu veriler, Aksaray ve çevresinden dışa dönük bir nüfus hareketliliğinin varlığına delalet ediyorsa da toplamda ne kadarlık bir nüfusu kapsadığı maalesef belli değildir.
Kıbrıs’ın 1571’de alınmasından sonra buranın, Türkleştirilmesi ve İslamlaştırılması gayesiyle, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden adaya sürgün usulüyle iskânlar gerçekleştirilmiştir. Her on haneden bir hanenin sürgün olarak belirlendiği iskân siyasetinin uygulandığı bölgeler arasında yer alan Aksaray kazâsı’ndan 228, Koçhisar kazâsı’ndan 88 olmak üzere Aksaray sancağı’ndan toplam 316 hane yazılmıştır. Sürgün yazılan hanelerin yaklaşık üçte ikisi kendi rızalarıyla, üçte biri de gönülsüz veya mahalle ve köy sakinlerinin beyanlarıyla kaydedilmişlerdir. Fakat 1574’te yapılan teftişte, sürgün yazılan bu hanelerin büyük bir kısmının Kıbrıs’a gitmediği anlaşılmıştır. Hane reislerinin meslekî dağılımında ise en yüksek pay çiftçilere aittir.
1580’lerde Aksaray kırsalındaki toprak darlığı ya da insanların daha iyi bir gelecek beklentisi, nüfusun bir kısmının buradan şehir merkezine doğru kaymasına zemin hazırlamıştır. Mevsimlik ve daimî göçlerde başı çekenlerin daha çok kendi geçimini temin etmeye kadir bekâr gençler ile çift veya yarım çift miktarından az toprağa sahip, evli erkekler olmaları beklenir. Ziraat için yeterli çift, yarım çift miktarı toprağı olanlar toprağa bağlı geçim sıkıntısı çekmediklerinden ve kanunen topraklarını terk edememe prensibinden hareketle bunların göçlerini daha çok olumsuz şartlarla ilişkilendirmek gerekir. Buna karşılık evli erkekler yani bennakların topraksız veya çok az toprağa sahip olmaları nedeniyle yerlerini yurtlarını rahatlıkla terk edebildikleri söylenebilir. Bir diğer grup olan bekârlar yani cabalar ise reaya içinde hareket serbestiyeti bakımından en rahat kesimdir. Bunlar da kendi köyünde, başka köylerde özellikle şehir merkezinde emeği ile geçimlerini sağladıklarından sipahi ile aralarındaki bağ sadece ve sadece örfi vergilerdir. Yakın zamana kadar Anadolu’nun iç bölgelerinden kıyı bölgelerine yapılan mevsimlik göçlere katılanlar ile İstanbul, İzmir gibi büyükşehirlere göç edenlerin öncülerini bekâr erkekler, topraksız veya az topraklı evli erkekler teşkil ettiği herkesin malumudur. Bu çerçevede, Aksaray kırsalından şehir merkezine gidenlerin raiyyet statüleri yukarıda zikredilen hususlarla örtüşmektedir. Toplamda 290 neferin yazıldıkları köylerin dışında farklı yerlerde ikamet ettikleri isimlerinin üstündeki “der-Aksaray” ifadelerinden anlaşılmaktadır. En fazla göç Aksaray nahiyesinden yapılmış, sırasıyla bunu; Bekir, Eyyübili, Hasandağı ve Koçhisar nahiyeleri takip etmiştir. Yarım çiftlerin sayısı sadece 4 iken, hiç toprağı olmayan 172 bennak, kendi başına geçimini temin edebilen 112 caba, henüz ergen olmamış 1 sagir ve 1 medrese öğrencisinden müteşekkil 290 kişilik bir göçmen tespit edilebilmektedir. Bennaklar %59,3 cabalar ise %38,6 oranlarıyla en kalabalık kesimi teşkil etmektedirler. Bu husus yukarıda zikrettiğimiz mevsimlik ve kalıcı göçlerin öncü kesimleriyle de örtüşmektedir. Aynı dönemde Haymana cemaati ve Gurbet taifesinden 6 nefer, Koçhisar kazâsı raiyyetinden de 4 neferin varlığı görülmektedir. Köylü ve konargöçerlerin şehre taşınması sonraki yıllarda da devam edecek, sadece Atçeken oymaklarından 1591’de 76 neferin, 1642’de ise 33 neferin ikamet ettiği görülecektir.
Aksaray’daki göçlerin şehir merkeziyle sınırlı olmadığı malumdur. Buna göre üst idarî ünite olan sancağı esas aldığımızda; Dışarıdan sancak içine gelenler (1048 nefer), sancak içinden dışarıya gidenler ( 404 nefer) ve sancak içindeki hareketlilik (376 nefer) şeklinde üç gruba ayırabiliriz. Şu halde, toplamı 1828 nefere ulaşan göçmenlerin sayısının sancak nüfusu içinde önemli bir yekûnu oluşturdukları söylenebilir.
Aksaray kırsalından şehir merkezine gidenlerin öncelikle kayıtlı oldukları yerleşmelerin sakinleri arasında yazılmaları, daha sonra da isimlerinin üzerlerine nereye gittiklerine dair ifadelerin mevcudiyeti, henüz tabi oldukları köy ve sipahi ile bağlarının devam ettiğine işaret etmektedir. Hatta gidenlerden bazılarının şehrin hangi mahallelerinde kaldıklarına dair verilen bilgiler köylülerinin, sipahilerinin ve tahrir komisyonlarının bu hareketliliği kısmen takip edebildiklerini göstermektedir. Eski yurtlarından kopup gelenlerin yerleştikleri mahallelerin sakinleri olarak yazılmamaları bir kaç sebebe dayandırılabilir. Yer değiştirme sürecinin yeniliği, göçlerin geçiciliğine dair beklenti, henüz yerleştikleri mahallelerin sakinleri olarak görülmedikleri – her ne kadar avarız vergilerini bu mahalle sakinleriyle birlikte verseler de – göç edenlerin takibinin yapılabilmesi ve sipahilerin vergi kaybına uğramasının önüne geçilmek istenmesi gibi etkenler sıralanabilir.
Şehirdeki Sosyal Yapı
Şehirde vergiye tabi nüfus dışında az da olsa kendilerine vergi muafiyeti tanınan kişiler de bulunmaktadır. Bunlar daha çok askerî, ilmî ve dinî hizmet alanlarındaki devletin taşradaki yürütme gücünü temsil edenler kadar zihinsel ve bedensel engelliler ile yaşlı ve fakirlerdir. Tahrir defterlerinde nüfus hakkında verilen rakamlara, şehirdeki askerî sınıf mensupları ile sancakbeyi emri altındaki zümrelerin dâhil edilmediği bilinmektedir. İstanbul dışındaki Osmanlı şehirlerinde askerî ve idarî personelin sayısının, toplam nüfusun yüzde onu civarında olduğu tahmin edilmektedir. Buradan hareketle, şehir için tespit edilen nüfusun her zaman defterlerdeki rakamlardan fazla olduğu söylenilebilir.
Mufassal tahrir defterlerine yansımayan askerî zümrelerin bir kısmını; timar, ruznamçe, ruus, tahvil ve mühimme defterleri gibi arşiv kaynaklarından bulabilmek mümkündür. Buradan hareketle, Aksaray’daki sancakbeyi, alaybeyi, miralem ve kadı gibi taşra görevlileri tespit edilebilmekte, özellikle sancakbeyleri hakkındaki veriler diğerlerine göre biraz daha detaylandırılabilmektedir.
Karaman eyaletini oluşturan sancaklardan biri olan Aksaray’da en büyük askerî ve idarî yönetici sancakbeyidir. Bunlar beylerbeyi gibi doğrudan merkez tarafından tayin edilirlerdi. Sancakbeyinin askerî ve idarî olmak üzere başlıca iki esas görevi vardır: Bunlardan ilki, savaş esnasında kapı halkı ve emrindeki tımarlı sipahilerle birlikte bağlı bulunduğu beylerbeyinin komutası altında savaşa katılmaktır. Diğeri ise; sancakta emniyet ve asayişi temin etmek, çeşitli görevler için gelen devlet memurlarına yardımcı olmak, sipahinin reaya ile münasebetlerinde kanuna uygun hareket etmesini sağlamak, timar tevcihi ve sancakta bulunan; subaşı, alaybeyi, dizdar, çeribaşı sipahi gibi ehl-i örf’ün ahenk içinde çalışmalarını temin etmektir. Ayrıca düzenin teminatı olan şer‘e ve örfe aykırı durumları önlemek hususunda, daima kadı ile birlikte hareket etmek zorundaydı. Fakat sancakbeylerinin zaman zaman reayaya kanuna aykırı salgınlar saldıkları ve bidat diye nitelendirilen taleplerde bulundukları, adaletnamelerden anlaşılmaktadır.
Sancağa yeni çıkan bir sancakbeyine has olarak, başlangıç itibariyle 200.000 akçe verilmesi ilkesi benimsenmiş olmasına rağmen 100.000 ve 130.000 akçelik haslara sahip sancakbeyleri de bulunmaktadır. Bunlar zamanla, kıdem ve istihkaklarına göre değişen oranlarda 500.000-600.000 akçeye kadar varan haslar tasarruf etmekteydiler.
Kaynaklarda görebildiğimiz ilk sancakbeyi, Sinan Bey’dir. Sinan Bey’e, 1522 tarihli bir timar tevcih defterinde rastlanılmaktadır. 1516 tarihli, timar tevcih defterinde, “liva-i Aksaray hass-ı 254.239” akçe olarak belirtilmiş fakat sancakbeyinin adı kaydedilmemiştir. Bu dönemdeki sancakbeyinin kimliği bilinmemektedir. Sinan Bey, 1522-1533 tarihli 392 numaralı timar tevcih defterinde de Aksaray Sancakbeyi olarak gösterilmektedir. Bu iki defterdeki kayıtlar karşılaştırıldığında, Sinan Bey’in has gelirinin az da olsa arttığı görülmektedir. Sinan Bey’in kimliği net olarak bilinmese de Karamanoğulları zamanından beri mülk tasarruf eden Sinan Bey ile farklı şahsiyetler oldukları sanılmakta, ancak aynı aileye mensup olabilecekleri düşünülmektedir. Zira Sinan Bey’in Aksaray’ın en köklü ve nüfuzlu ailelerinden İmam Gazalî nesline mensup olmasının yanında, bu ailenin fertlerinin sancaktaki askerî kadrolarda yer alması, bizi böyle bir kanaate sevk etmektedir. 1523-1530 tarihli timar tevcih defterinde, Aksaray Beyi olarak Hüseyin Bey kayıtlıdır. Hüseyin Bey, Sinan Bey’den hemen sonra sancağın başına geçmiş olmalıdır. Zira defterlerin tarihleri arasında bir kopukluk yoktur. 1550-1551 tarihli sancak tevcih defterinde 1549 yılında Tarsus Sancakbeyliğine atanan Süleyman Bey’in, sabık Aksaray Beyi; yeni Aksaray Sancakbeyi’nin ise eski Tarsus Beyi Hüseyin Bey olduğu kaydedilmiştir. Mühimme defterleri hükümlerinden 1552-1553 tarihlerinde Aksaray Sancakbeyi’nin Süleyman Bey olduğu, kendisinden önceki beyin vefat etmesi üzerine tayin edildiği anlaşılmaktadır. 1561’de de Aksaray Sancakbeyi olarak Gazanfer Bey’in adı geçmektedir.
1. Süleyman’ın emri ile 1563 tarihinde Maraş sancağı’nın tahrir eminliğini Aksaray Sancakbeyi Mahmud b. Sinan’ın yapması dikkat çekicidir. 1564 ve 1565’te Yusuf Bey; 1566’da Kasım Bey; 1568’de Veli Bey; 1570’te de Haydar Bey; Aksaray Sancakbeyliği görevini ifa etmişlerdir. Haydar Bey Kıbrıs seferinde, ‘Magosa Kalesi Cengi’ne katılarak burada hizmette bulunan sipahiler için merkeze arzlar sunmuştur.
1574’te sabık Antep Beyi Ali Bey, 1576’da ise Mahmud Bey’in Aksaray Sancakbeyi oldukları görülmektedir. Diğer taraftan Mahmud Bey ve adamlarının halka zulüm ettiği bu yüzden görevden alındığı ve halk ile olan hukukî münasebetlerinin de mahkemede çözümlenmesine dair hükümler bulunmaktadır. Dikkat çekici bir atama da daha önce Karesi Defterdarı olan Kubad ile ilgilidir. Hazîne-i Âmire’nin Erzurum Defterdarı olan Ahmed’in merkeze sunduğu arzla mezkûr Kubad’a Aksaray Sancakbeyliği 1579’da tevcih olunmuştur. 1581’de sabık Kırkkilise Beyi olan İbrahim Bey, 1583’te İlyas Bey, 1583’te eski Kudüs sancağı Beyi Ahmed Bey Aksaray Sancakbeyliğine getirilmişlerdir. 1591’de daha önce Beyşehir Sancakbeyi olan Berdir (Bervir) Bey, Aksaray Sancakbeyliğine, aynı tarihte Aksaray Sancakbeyi olan Ali Bey de Beyşehir Sancakbeyliğine tayin edilmiştir. 1594’te Aksaray Sancakbeyi olarak Ahmed Bey’in adı zikredilmiştir. 1595’te sabık Karahisar Beyi Mehmet Bey tayin olunmuş ancak memuriyeti kısa sürmüştür. Zira 13, 21 ve 27 Ağustos 1595 tarihli üç mühimme kaydında sancakbeyi olarak Abdurrahman Bey’in adına yer verilmiştir. Fakat Abdurrahman Bey de bir müddet sonra halka zulüm ve tecavüzlerde bulunduğu gerekçesiyle görevden alınmıştır. Bunun üzerine Aksaray Kadısı’na gönderilen üç ayrı hükümde; Abdurrahman Bey’in mülkiyetinde bulunan ev ve mallarının mühürlenerek mirî için zabt olunması, zarara uğrayan ahalinin hakkının mahkeme yoluyla alınması ve kendisinin tayin olunan kapucularla merkeze gönderilmesi istenilmiştir. 1598’de sabık Niğde Sancakbeyi olan Mustafa Bey, 1599’da Ahmed Bey, 1630 yılında ise Hüseyin Bey Aksaray Sancakbeyliği görevini ifa etmişlerdir.
Yüzyıl boyunca ismi tespit edilebilen 24 sancakbeyinden 7’si daha önce bir başka sancağın sancakbeyliğinde bulunmuş, 1’i defterdarlık yapmış, birisi de görevde iken tahrir eminliği gibi büyük bir sorumluluk gerektiren önemli bir vazifeyi yerine getirmiştir. Diğer 15 sancakbeyi hakkında herhangi bir bilgi bulunamamıştır.
Sancakbeyinden sonra sancaktaki en büyük askerî âmir, alaybeyidir. Bunlar beylerbeyi veya sancakbeyinin arzı üzerine tayin edilmekte, kadı ve beylerbeyi arzı ile de vazifelerine son verilebilmekteydi. Alaybeyinden sonra hiyerarşik sırayı ‘çeribaşı’ takip etmekteydi. Sefer zamanlarında çeribaşılar, kendi bölgelerindeki timarlı sipahilerle cebelileri toplayıp alaybeylerinin yanına getirirler, alaybeyleri de bunları sancakbeyinin kumandası altına götürürdü.
Aksaray bölgesinde geniş ve kalabalık bir âlim, fakih ve şeyh çevresinin varlığı Anadolu Selçukluları zamanına kadar uzanmaktadır. 16. yüzyılda özellikle İmam Gazalî soyundan gelen kişilere timar ve zeamet verildiği, timar ve ruznamçe defterlerindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır. Aksaray’da tespit edilebilen ilk alaybeyi Hamza Çelebi’dir. Hamza Çelebi’nin 1522 ve 1522-1533 yıllarında görevli olduğunu gösteren iki farklı defter kaydı bulunmaktadır. Bu iki defter arasında hemen hemen yıl farkı olmamasına rağmen, zeamet gelirinde çeşitlilik görülmektedir.
1537’de alaybeyi Mahmud iken 1554’te Hamza adlı kişidir. Hamza savaş esnasında, düşmanla savaşmayıp yüz çevirdiği için bu görevden azledilmiş, yerine Beyşehir sancağı’nda zeamet tasarruf eden, Murad tayin edilmiştir. 1560 tarihli bir hükümde, alaybeyi iken ölen Şeyullah Hamza Bey’in, zeametinin oğulları arasında taksim edilmesi istenilmiştir. Zeamet geliri belirtilmeyen Hamza Bey, Aksaray’ın önemli ailelerinden biri olan Şeyullahlara mensuptur. Görev yaptığı dönem ise 1560 öncesi olmalıdır. 1563’te Karaman’ın kadim Ocak Erenlerinden olan Kaya Bey, bu göreve getirilmiştir.
1571-1584 arasında alaybeyi olarak kaydedilen, 6 adet Mehmed bulunmaktadır. Bunlardan hangilerinin aynı ya da farklı kişiler oldukları belli değildir. 1585’te alaybeyi olan İbrahim, Tebriz muhafazasına memur iken zeameti mahlûl olmuş, 1585’te Ali’ye, 1589’da da İbrahim’e tevcih edilmiştir. Buradaki 15 alaybeyinden 2’sinin yerel nüfuzlu ailelerden, 1’inin de Karaman ümerasından olduğu anlaşılmaktadır.
Mehteran-ı tabl u alem denilen saltanat sancakları ile mehterhane takımını ihtiva eden bölüklerin baş âmiri olan mîralem, sefer zamanında sancakların önünde yürür ve ak alem denilen sancağı taşırdı. Padişahlar sefere katılmayı terk ettikleri zaman mîralemin de seferde sancak taşıması geleneği kalkmıştır. Merkez teşkilatındaki mîralemin taşradaki sancaklarda da bir uzantısının olduğu anlaşılmaktadır. İncelenen dönemde 7 civarında mîralem tespit edilmiştir. Bunlardan ilk üçünün 1516 ve 1522’de Çelebi Bey, 1539 yılından önce görev yapan Halil, 1539’da Mustafa adlı kişilerin İmam Gazalî neslinden oldukları görülmektedir. 1562’de Şeyh Durmuş evlâdından Şaban, 1570’te Şeyh Turasan evlâdından Şaban, 1583’te başka bir Şaban ve 1598’de, Hüseyin adlı kişiler Aksaray mîralemi olarak görevlendirilmişlerdir. Yukarıda belirtilen yedi kişiden üçünün İmam Gazalî, birinin Şeyh Durmuş diğerinin de Şeyh Turasan evladından olması, bu vazifeyi üstlenecek kişilerin yerel kök ve soylarının dikkate alındığına işaret etmektedir.
Sancaktaki tımarlı sipahilerin zabitlerinden biri de serasker veya çeribaşıdır. Sancakta alaybeyinden sonra en yüksek rütbeli sipahi subayı olup serbest timar tasarruf ederdi. Memur olduğu yerde asayişin sağlanması, sefer halinde ve muhafaza hizmetlerinde eşkinci neferleri çıkartmanın yanında, sefer sonunda gereken muafiyetleri tahsil etmek de görevleri arasında idi. Sancaktaki timar nahiyelerinin komutanı olan serasker (çeribaşı), atlı hizmet yapmakla yükümlüydü.
Tespit edilebilen ilk Aksaray seraskeri, Apardı Hamza’dır. Hamza’nın 1483 yılından önce görev yaptığı ve ‘serasker-i köhne’ olduğu belirtilmiş, timar gelirine karşılık, sefer esnasında bizzat savaşa katılmak ve yanında dört zırhlı asker, bir çadır ve bir yardımcı asker götürmekle mükellef olduğu kaydedilmiştir. 1483’te seraskerlik görevini Çelebi adında bir şahıs yürütmektedir. Çelebi de Apardı Hamza gibi herhangi bir şekilde savaş olduğunda sefere bizzat katılmanın yanında bir zırhlı asker, bir yardımcı asker ve küçük bir çadır götürmekle yükümlü tutulmuştur. 1483-1516 yılları arasında bu askerî görevi kimlerin yaptığı maalesef bilinmemektedir. 1516’da Hüsrev adlı bir kişinin, 1522, 1522-1533 tarihleri arasında da, İmam Gazalî neslinden ve eskiden beri timar tasarruf eden Paşa Bey’in getirildiği anlaşılmaktadır. 1539’da, Aksaray nahiyesi seraskerliği görevini yapan Mustafa’nın Aksaray mîralemi olarak atanmasıyla boşalan seraskerliğe yine İmam Gazalî neslinden (daha önce Saidili seraskeri) olan Ağa v. Münam b. Halil Bey’in tayin edildiği görülmektedir. 1570 yılında, Aksaray çeribaşısı olan Mirza için Aksaray Beyi’nin Kıbrıs Seferi’nden beri hizmette bulunmadığı ve görevini aksattığı şeklindeki arzı üzerine bu göreve İbrahim adlı bir sipahi, 1576’da ise tekrar Mirza adlı bir şahıs getirilmiştir.
Çeribaşının idaresi altında çalışan, sipahilerin küçük zabitlerinden biri de çerisürücüdür. Asıl vazifesi sefer zamanında sorumlu olduğu nahiyeden timarlı sipahileri ve cebelileri toplayıp çeribaşıyla birlikte alaybeyinin komutası altına girmek olan çerisürücüler terfi edince çeribaşı olurlardı.
Aksaray’ın bilinen ilk çerisürücüsü Kütük Mehmed isimli bir timarlıdır. Ona 1483 yılında 7 köy ve 15 mezraanın divani gelirleri serbest timar olarak verilmiş, buna karşılık Kütük Mehmed de sefer zamanında, kendisinin yanında üç cebeli, bir yardımcı asker ve bir çadır getirmekle mükellef tutulmuş, 1516 yılında ise İsmail adlı bir şahıs çerisürücü tayin edilmiştir.
Osmanlı adliye teşkilatının temel taşı olan kadılar, bulundukları yerin hem hâkimi, hem belediye başkanı, hem de halkın her konuda müracaat edebileceği sosyal güvenlik makamıydı. Padişah beratı ile tayin olunan kadıların asıl görevi, ahali arasındaki anlaşmazlıkları çözmektir. Ayrıca sultanın emrettiği her hususta hüküm vermekle yetkili kılındıklarından idarî, malî, iktisadî, askerî, beledî ve örfî işlerle de uğraşmışlar, böylelikle oldukça geniş görev ve yetkilere sahip olmuşlardır.
Yüzyıl boyunca tespit edebildiğimiz kadı sayısı fazla değildir. Buna göre; 1500’de Mevlânâ Seydi Mahmud; 1522 öncesinde Mevlânâ Süleyman; 1522’de Mustafa Çelebi; 1522-1533’te Mevlânâ Muslihiddin; Aksaray kadılığı yapmışlardır. 1570 ve 1571’de Aksaray Kadısı olan Mevlânâ En‘am’ın ise aynı zamanda Karaman mukataa müfettişi olduğunu anlıyoruz. Mevlânâ En‘am aynı sıfatla 1573 yılında Konya, 1577 tarihlerinde de Lârende Kadısı olarak görev yapmıştır. 1576’da Aksaray Kadısı’nın Lütfullah, naibinin ise Cemal olduğu belirtilmiştir. 1577 ve 1578 tarihlerinde Mevlânâ Nuh’un adı zikredilmektedir. Bu kişinin de Mevlânâ En‘am gibi Karaman eski ve yeni hasları mukataalarının ve mallarının müfettişi olduğu görülmektedir. Mevlânâ Nuh, aynı unvanla 1579 yılında Lârende kadılığı görevine atanmıştır. 1584 tarihinde Aksaray kazâsı’nda 5’i şehir merkezinde, 5’i de köylerde yazılmış 10 adet kadı bulunmaktadır. Ancak bunlardan hangisinin şehir kadısı hangilerinin mâzul olduğu belirtilmemiştir. 1585’te ise Mevlâna Bayram bu vazifeyi icra etmiştir.
Yukarıda zikredilen ehl-i örfün yanında; subaşı, ases, asesbaşı, sipahi, sipahizade, emekli sipahi, dizdar (kale komutanı), kale eri vs. gibi pek çok askerî ve idarî personel olması gerekirken, bunlar hakkındaki veri ve bilgiler ne yazık ki yetersizdir. 16. yüzyılda Aksaray sancağı’nda görev yapan ehl-i örften, hakkında bilgi edinebildiklerimiz daha çok Aksaray’ın köklü, siyasî ve dinî bakımdan nüfuzlu ailelerine mensup kişilerdir. Bunlar İmam Gazalî soyundan gelen Sinan Bey ve Paşa Bey evlatları, Moğol bakiyesi olan Tatarân-ı Şeyullah kabilesine mensup Şeyullahlar ve Bulargı Bey evlatları gibi mahallî nüfuzlu aileler ile Şeyh Turasan ve Şeyh Durmuş’un aile ve efratlarıdır. Bu aileler yaptıkları vakıf eserleri ile Aksaray’da silinmez izler bırakmışlardır. Paşa Bey’in oğlu Çelebi Bey, şehir merkezinde bir mektebhane inşa etmiş ayrıca kendi nesli için evlat vakfı kurmuş, Sinan Bey oğlu Hamza Bey ise Selime köyünde bir mescid, buna ilaveten Aksaray’da bir mektebhane yaptırmıştır. Karaman ümerasından Bulargı Bey oğlu Mevlânâ Muslihiddin de bir mektebhane, kendi soyundan gelenlerin faydalanması için evlat vakfı tesis etmiştir. Şeyullahlardan Ali Bey b. Şeyullah cüz vakfı, Şeyh Turasan Dede ve halifesi Kara Abdal da birer zaviye inşa etmişler, kalıcı olması için de vakıf haline getirmişlerdir.
Askerî ve idarî kadrolardaki görevlilerin yanında dinî ve ilmî sahalardaki vazifeliler de bir başka sosyal kesimi oluşturmaktadır. Bunların başında da cami ve mescidlerde görev yapan imam, hatip ve müezzinler gelmektedir. Öyle ki bazı mahallelerde 2-3 imama bile rastlanılmaktadır. Bu husus yüzyılın ikinci yarısından sonra, imamların mahalle içindeki mevkilerinin daha fazla ehemmiyet kazanmasıyla ilişkilendirilmektedir. Bunların yanında; şeyh ve dervişler ile Hz. Peygamber soyundan gelen seyyidler, medrese öğrencileri, müderrisler ve azatlı köleler şehirdeki toplumsal grupları oluşturmaktadır. Yüzyıl boyunca şehirdeki en kalabalık muaf zümresini din hizmetlerini yürütenler teşkil etmektedir. Ayrıca; ihtiyar, âmâ, mecnun gibi aklî ve fizikî engelliler ile fakirler de bu sınıfa dâhil edilmişlerdir. 16. yüzyılda muaf olarak adlandırılan kişilerin şehir nüfusuna oranı 1500’de % 4.3, 1518’de % 6 ve 1584’te ise % 6.5’tir.
Aksaray şehir merkezi içinde en fazla dikkati çeken unsur, 1584’te karşımıza çıkan “X mu’tak-ı Y” şeklinde kaydedilen hürriyetine kavuşturulan kölelerdir. Bunların sayısı 32 neferdir. Bu gruba dâhil olanlar kul (köle) iken daha sonra sahipleri tarafından hürriyetleri bağışlanan kimselerdir. Şehir nüfusu içinde hiç de azımsanmayacak bir yekûn teşkil eden bu kul veya kölelerin şehre ne zaman ve nasıl geldiği hakkında bilgi bulunmamaktadır. Şehir içinde “Abdullah” veya “Abdullah veled-i X” şeklinde kaydedilen kişilerin de kölelik ve mühtedilerle ilgilerinin olabileceği hakkında görüşler bulunmaktadır. Ancak “Abdullah” isminin Müslümanlar arasında da çok yaygın olarak kullanılan bir ad olmasından dolayı bunların menşeinin tespiti oldukça güçtür.
Şehirdeki İktisadi Faaliyetler
Şehir sakinlerinin daha çok hizmet ve imalat sektöründe faaliyet gösterdikleri tarımda pek yer almadıkları bilinen bir gerçektir. Bu doğrultuda şehirde kalabalık bir esnaf ve zanaatkâr zümresinin varlığı kabul edilmelidir. Ancak arşiv kayıtlarına doğrudan yansıyan bu kesimin azlığı da dikkat çekmektedir. Debbağlar, Boyacı Ali, Deveciler ve Terzi Hasan gibi mahallelerin bu işlerle uğraşan kişiler tarafından kurulduğu veya ilgili meslek erbabının en azından bir kısmının buralarda ikamet ettiği düşünülebilir. Yine, 1572’de Kıbrıs’a, 1579’da Karapınar’a sürgün edilen veya edilecekler arasında; 1 debbağ, 4 terzi, 2 cullah (dokumacı), 1 pabuççu, 1 tüccar, nalbant, kasap bakkal, ekmekçi ve demirci gibi esnafların varlığı görülmektedir. Sürgünlerin ehl-i hiref ve ehl-i sanayiden her on haneden bir hane hesabı üzerine yazıldığı dikkate alındığında, kayda değer bir esnaf ve zanaatkâr kesimin mevcudiyetinden söz edilebilir. Bunların dışında da farklı meslek kollarını icra eden çok sayıda esnaf ve zanaatkârın olduğu kabul edilmelidir.
Şehirdeki iktisadî faaliyetleri; ziraat, ticaret ve sanayi olmak üzere üçe ayırdığımızda: 1500 tahririnde tarım sektöründen elde edilen gelir 31.590 akçe iken, sanayiden 10.080, ticaret veya hizmet sektöründen sağlanan gelir ise 20.666 akçedir. 1518’de tarımdan 27.000, sanayiden 13.110, ticaret veya hizmet sektöründen 23.500 akçe gelir kaydedilmiştir. 1584’te ise tarımdan 23.700, sanayiden 15.455, ticaret veya hizmet sektöründen ise 29.470 akçe vergi tarh edilmiştir. Tarım ürünleri içerisinde en fazla pay hububata ait iken ikinci sırada bağcılık gelmektedir. Sanayi grubunda boyahaneler başı çekerken hizmet sektöründe ise bâd-ı hevâ türü vergiler en fazla gelir getiren kalemlerdir.
Şehirdeki ticarî ve iktisadî yapının gelişimini, vakıf defterlerindeki dükkân, çarşı ve pazarların adet ve isimlerini dikkate alarak takip etmek mümkündür. Buna göre 1476’da 2’si kasap 33 dükkânın 1380 akçe geliri bulunmaktadır. Bu dükkânlardan 25’i Konya’daki Karamanoğlu İbrahim Bey İmareti vakfına gelir yazılmış, 1483’te 20’si haffâf 91 dükkânın 4700 akçelik geliri görülmektedir. Bunlardan 20’si Mevlânâ Türbesi’ne, 71’i (32’si harap) Karamanoğlu İbrahim Bey İmareti’ne vakfedilmiştir. 1500’de 20’si haffâf, 1’i debbağ, 1’i sarrâç, 1’i haddâd, 2’si hallâc, 2’si bezzâz, 6’sı mumhane olmak üzere toplam 173 adet dükkânın 9269 akçelik geliri bulunmaktadır. Bunlardan 68’i (18’i harap) Karamanoğlu İbrahim Bey İmareti’ne, 20’si Mevlânâ Türbesi’ne, 29’u Mevlânâ Celâleddin ve 14’ü de Mevlânâ Şemseddin vakıflarına gelir olarak kayd edilmişlerdir. Mevlânâ Türbesi ve Mevlânâ Celâleddin ayrı vakıflarmış gibi görünüyorsa da aslında bu ikisi Konya’daki tek bir vakfı işaret etmektedir. Ne var ki, Konya ve Aksaray vakıfları içinde ayrı ayrı Mevlânâ Celâleddin vakıflarından ve gelirlerinden söz edilmiş, fakat bu husus önceki ve sonraki defterlerle desteklenmemiştir.
1530 yılında şehirde 95 adet dükkânın mevcudiyeti görülmekte fakat defterin icmâl olması hasebiyle bunların niteliği ve gelirleri hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak 95 dükkândan 38’inin Karamanoğlu İbrahim Bey İmareti vakfına ait olduğunu söyleyebiliriz. Bir önceki dönemde aynı vakfın dükkân sayısı 68 iken 38 olarak verilmesi bu dönemde, harap durumdaki dükkânların dikkate alınmadığını göstermektedir.
1584’te ise 3 kasap, 3 haddâd, 23 haffâf, 1 börekçi, 4 debbağ, 1 kürkçü, 1 ser-hane olmak üzere toplam 188 adet dükkânın vakıf geliri 10.580 akçedir. Faroqhi, bu tarihte Aksaray’daki dükkân sayısını 1500 tarihindeki gibi 167 olarak verir. Buradaki dükkânlardan 68’i Karamanoğlu İbrahim Bey İmâreti, 20’si Mevlânâ Türbesi, 17’si Mevlânâ Muslihiddin Mektebhanesi, 13’ü de Mevlânâ Şemseddin vakıflarının gelir kalemlerini oluşturmaktadır.
Vakıf defterlerinde zemin-i dükkân adıyla kaydedilen, kendisinden ziyade üzerinde bulunduğu arsanın veya “giriş katlarının” kast edildiği yapılar ise yukarıdaki rakamlara ilâve edilmemiştir. Bu gayrimenkulleri işletenler ilgili vakıflara dükkân kirası yerine, binanın üzerine yapıldığı arsanın veya yerin kirasını verdiklerinden bu isimle anılmış olmalıdır. 1500’de 32 adet olan bu zeminlerin üzerindeki dükkânların hepsi harap durumdayken, 1584’te yine aynı sayıdaki zeminler mamur hale getirilmiş ve üzerlerine kira geliri yazılmıştır.
Dükkânların dışında en önemli ticarî ve iktisadî alanlar şüphesiz; bedesten, çarşı ve pazarlardır. Bedesten, merkez cami ile birlikte Osmanlı şehir merkezinin temel unsuru içerisinde gösterilmektedir. Çarşının ise bu iki yapı etrafında geliştiği ifade edilmiştir. Buna göre Aksaray’daki esnaf kuruluşları ve meslekî zümreler bedesten ile Ulu Cami çevresinde şekillenmiş olmalıdır. Şehirdeki meslek kuruluşları hakkında fazla bir bilgi bulunmamakla birlikte mahalle, çarşı ve pazar isimlerine bakarak buradaki meslek kolları ve iktisadî hayat hakkında yorum yapmak pekâlâ mümkündür. Bu durumda çeşitli kaynaklarda zikredilen çarşı ve pazar isimleri şunlardır: Börekçi Çarşısı, Haddadân Çarşısı, Haffâflar Çarşısı, Attarlar Çarşısı, Demürkapu Çarşısı, Penbe Çarşısı, Kazancılar Çarşısı, Kılıççılar Çarşısı, Büyük Çarşı, Bezzâz Çarşısı (Bedesten), Aksaray Pazarı, Ulu Pazar, İplik Pazarı, Eskiciler Pazarı, Koyun Pazarı, Alu Pazarı, Taş Pazarı, Kalem Pazarı, Tir Pazarı, Bora Pazarı, Muytabhane, Bulgurhane, Çömlekçiler, Debbağlar gibi çarşı ve pazarlar Aksaray’daki ticarî canlılığa delalet etmektedirler.
Çarşı ve pazarların dışında ticaret hayatının içinde yer alan bir diğer unsur ise han ve kervansaraylardır. Aksaray’da 4 adet kervansaray bulunmaktadır. Hacı Şükrullah ve Ahi Süleyman Kervansarayı her üç dönemde de görülürken, Alaca Kervansarayı’na sadece 1500 tahririnde, isimsiz bir kervansaraya ise 1500 ve 1518 tarihlerinde rastlanılmaktadır.
Şehirde imalat ve sanayi sektörünün boyahaneler dışında oldukça sönük olduğu söylenilebilir. Dokumacılık yapılan hemen her merkezde boyacılık da bulunmaktadır. Şehirdeki vergileri dikkate alarak ne tür bir tekstil üretiminin yapıldığı hakkında tahmin yürütmek oldukça güçtür. Çünkü boyahanelerden alınan verginin dışında bir de damga-ı kirpâsdan bahsedilmekte, fakat bunun Karaman, İç-il ve Adana damga-ı kirpâsları ile birlikte hass-ı humâyûna geliri belirtilmeden, dâhil edildiği anlaşılmaktadır. Ancak, Aksaray’ın; Pamuk Çarşısı, İplik Pazarı, Muytabhane ve Bedesten gibi çarşı ve pazarlarının bulunmasının yanında, Selçuklulardan itibaren ünlü bir dokuma merkezi olmasına ilâveten, halı ve kilimleriyle de meşhur bir şehir olduğu bilinmektedir. 13-14. yüzyılda şehirde imal edilen perdelerin, genç kızların çeyizlerini süslediği, burada koyunyünüyle dokunan halı ve kilimlerin eşine başka hiçbir yerde rastlanılmadığı, bu malların; Suriye, Irak, Hindistan, Çin ve Türk ülkelerine sevk olunduklarına dair kayıtlar bulunmaktadır. Bu husus, şehirdeki dokuma ve halıcılık sektörünün canlılığına işaret etmektedir. Ayrıca, bu sektöre bağlı olarak Aksaray kırsalında kök boya üretiminin bol miktarda yapıldığı, şehirdeki boyahanelerde ipliklerin renklendirilmesinde ve kumaşların boyanmasında kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Aksaray özelinde boyacılık ile tekstil sektörünün birbirini desteklediği ve beslediği yukarıda anlatılanlar çerçevesinde pekâlâ söylenebilir. Bunun yanında Vakıf defterinde adları zikredilen dükkânlardan en az 20-23’ünün haffaf (ayakkabıcı) olması nedeniyle şehirdeki güçlü meslek kollarından birinin de bu sektör olduğu açıktır. Tekstil ve ayakkabıcılık (dericilik, saraçlık) sektörü dışında demircilik, bakırcılık, çömlekçilik, börekçilik, kürkçülük, hallaçlık, kasaplık ve silah yapımı gibi zanaatların da icra edildiği görülmektedir. Şehirdeki esnaf zümrelerinin tamamı tabi ki yukarıda sayılanlardan ibaret değildir. Ancak mevcut kaynaklardan dökümü yapılabilen meslek kolları da maalesef bunlarla sınırlıdır.
Şehirdeki sosyal ve eğlence yerlerinin başında meyhane ve bozahaneler gelmektedir. Kahvenin ve kahvehanenin henüz bilinmediği bir dönemde özellikle boza ve bozahanelerin önemli bir içecek ve sosyalleşme mekânı olduğu söylenebilir. Şehir merkezinde hiçbir gayrimüslim olmamasına rağmen meyhanenin/lerin varlığı ilginçtir. Şehre ait vergi gelirleri içinde ciddi bir yekûn tutmasa da meyhaneler Kanuni döneminde kapatılmış, bozahaneler de sıkı bir takibe uğramıştır.
Öte yandan, ihtisâb ve bâc vergilerinden elde edilen gelirlerin niteliği, bir bölgedeki şehir ve ticaret hayatının gelişmişliğinde kullanılan en önemli göstergelerden biri olduğu kabul edilmektedir. Bu kalemlerden alınan vergiler önemli bir yekûn teşkil etmemekle birlikte Anadolu kentleri içerisinde Aksaray, orta ölçekli bir şehir olarak tanımlanabilir. Bütün bunlar bir şehirdeki ticarî ve iktisadî yapının sadece vergilerle değerlendirilemeyeceği aynı zamanda farklı kaynakların da dikkate alınması gerektiğini göstermektedir.
Aksaray ve çevresi barut yapımında kullanılan güherçilenin üretim merkezlerinden biridir. Kömür ve kükürtün yanında üçüncü bir etken ve ana madde olarak kullanılan güherçile, külçe halinde madeni bir maddeden oluşmakta, potasyum nitrat, sodyum nitrat ve kalsiyum nitrat (duvar ya da toprak güherçilesi) şeklinde üçe ayrılmaktadır. İstanbul baruthanesine güherçile gönderen ocak ve kârhanelerin arasında Konya, Kayseri, Akşehir gibi Aksaray da zikredilmektedir. Aksaray’da güherçile toprağı 1571 yılında keşfedilmiş, işletilmesi için de Ali Çavuş adlı biri gönderilmiş, fakat halk bu işe mani olmaya çalışmış ancak dirençleri kısa zamanda kırılmıştır. Güherçile ocaklarında, timar kadrolarında istihdam edilemeyen kalabalık sipahizadelerin 18 yaşından büyüklerinin her on neferinden birisi altı ay süre ile çalışmakla mükellef tutulmuştur. 1575 tarihinde Aksaray sancağı’ndaki 199 nefer sipâhizâdegândan 19’u güherçile kârhanesinde görevlendirilmiştir. Güherçile ocakları 20. yüzyılın başlarına kadar işletilmeye devam etmiş, zaman zaman yeni ocaklar keşfedilerek üretime kazandırılmış, nakliyesi bölgedeki aşiretler üzerinden gerçekleştirilmiştir.
Modern öncesi dönemin küçük sanayi tesisleri arasında tuzlalar, boyahaneler, un değirmenleri, bulgur değirmenleri, yağ değirmenleri ve cendereleri gelmektedir. Anadolu’nun genelinde olduğu gibi Aksaray bölgesinde de su kuvvetiyle çalışan bu değirmenlere asiyab denilmektedir. Su kaynağının bulunduğu her yerde kurulabilen bu asiyablar ahalinin un ihtiyacının karşılanmasında önemli bir boşluğu doldurmuştur. Keten veya ızgın tohumunun ezilmesiyle elde edilen beziryağının üretildiği bezirhaneler ise bir başka sanayi işletmeleridir. Bölgedeki bezirhaneler çevre kazâlara göre sayıca kabarık bir yekûn teşkil etmektedirler. Her iki sanayi kolunun şehirdeki faaliyetlerinin yanı sıra un değirmenleri Melendiz Çayı güzergâhındaki yerleşmeleri de içine alan Bekir nahiyesinde, bezirhaneler ise Eyyübili nahiyesinde yoğunlaşmışlardır. Yüzyılın başlarında 97 taştan oluşan un değirmenlerinin adedi yüzyılın sonlarında 181’e çıkmış, bezirhanelerin sayısı da 38’den 115’e yükselmiştir. İşletmelerin taş sayısındaki artış iş ve üretim hacmini de etkilemiş, bu durum vergi gelirlerinin artmasına neden olmuştur. Bölgedeki yağcılık faaliyetleri uzun yıllar devam etmiş, 1830 tarihli nüfus ve 1843 tarihli cizye defterlerinde pek çok kişi bezirci ve yağcı olarak yazılmıştır.
Şehirdeki Vakıf Eserleri ve Yapılar
Aksaray şehrinin fizikî, iktisadî ve içtimaî gelişimi Anadolu Selçuklu devleti zamanında başlamış, Karamanoğulları döneminde devam etmiş, bu yapı Osmanlı egemenlik sürecinde de sürdürülmüştür. Dolayısıyla 15 ve 16. yüzyıldaki vakıf eserlerinin bir kısmı bu dönemde inşa edilen binalar iken, ekseriyeti Osmanlı öncesi egemenlik dönemlerinden kalmış ve Osmanlı hâkimiyetinde de bunlar tamir ve bakımlarla korunmuştur.
Aksaray’daki en önemli vakıf eseri şüphesiz Ulu Camidir. Sultan Mesud tarafından yaptırılan cami Karamanoğulları döneminde yapılan genişletme ve onarımlar nedeniyle kaynaklarda Karamanoğlu Mehmed Bey Camii adıyla anılmaktadır. Bunun yanında, 16. yüzyılda yapılan Şeyh Baba Yusuf ve Sofular şehirdeki diğer iki camiyi oluşturmaktadır. Şehirdeki Cuma namazı kılınan cami sayısı az iken, vakit namazların kılındığı 60 civarında mescid vardır. Bunlar; Adem Mescidi, Ahmed Bey Mescidi, Alaaddin Mescidi, Asesoğlu Mescidi, Bedrüttavil Mescidi, Boyacı Ali Mescidi, Bölücek Mescidi, Cemalin Mahallesi Mescidi, Cendere Mescidi, Çardiğin Mescidi, Çeşme Mahallesi Mescidi, Davud Fakih Mescidi, Debbağlar Mahallesi Mescidi, Elagöz (İldeniz) Mescidi, Emir Fakih Mahallesi Mescidi, Emir Yusuf Mescidi, Emirza Bey Mescidi, Fahr-i Tabib Mescidi, Fıkaî Mescidi, Hacı Bayram Sultan Mescidi, Hacı Celal Mahallesi Mescidi, Hacı İlyas (Kabakulak) Mescidi, Hacı Rükneddin Mescidi, Hacı Yusuf Mescidi, Has Yusuf Mescidi, Hatib Mahallesi Mescidi, Hemşire Hatun Mescidi, Hoca Hüseyin Mescidi, Hundi Hatun (Çardak) Mescidi, İbn Kara Mehmed Mescidi, İbrahim Mescidi, Kalem Pazarı Mescidi, Kerim Hasan Mescidi, Kızılca Mahallesi Mescidi, Kiçikapu Mahallesi Mescidi, Köhneduz Sofi Mescidi, Küçük Minare Mescidi, Mehmed Çelebi Mescidi, Mevlana Bedreddin Mescidi, Mevlana Sarı Yakub Mescidi, Mevlana Şemseddin Mescidi, Mevlana Tûsi Mescid, Meydan Mescidi, Minare Deli Mescidi, Paşacık Mahallesi Mescidi, Serköprü Mescidi, Sinan Mescidi (Köhne Camii), Sinan Ağa Mescidi, Şamlu Mescidi, Şeyh Ali Gaznevî Mescidi, Şeyh Efendi Mescidi, Şeyh Hoca Paşa Mescidi, Şeyh Paşa Mescidi, Tarhacı Mescidi, Taş Pazarı Mahallesi Mescidi, Teşviş Mahallesi Mescidi, Veled-i Hatib Mescidi, Zenbir (?) Mescidi, Zincirli Mescidi.
Bütün İslam dünyasında olduğu gibi Aksaray’daki eğitim-öğretim faaliyetlerinin merkezini de medreseler oluşturmaktadır. Resmî bir teşekkül olarak devlet eliyle 10. asırda Karahanlılar zamanında kurulan medreseler, bütün devletlerde genellikle; sultanlar, hanedan üyeleri, vezirler ile üst düzey devlet görevlileri tarafından yaptırılmışlardır. Aksaray’daki medreseler de Osmanlı öncesi dönemde; bölgede egemenlik kuran hanedan üyeleri ve devlet adamları tarafından bina edilmiştir. Bu dönemde Bedriyye, Beramuniye, Ebubekriyye, Melikiyye, Muzafferiye, Seyfiyye ve Zincirli adlarını taşıyan, Danışmendliler, Anadolu Selçuklular ve Karamanoğulları zamanında yapılmış 7 medrese faal ve işler vaziyettedir.
Genel medreselerin yanında ihtisas kurumları olarak adlandırabileceğimiz darülhuffaz ve darülilim gibi yapılar da bulunmaktadır. Ancak bunların sadece Eslâ (Eslim) Paşa Hatun Darülhuffazı ve Siraciye Darülilmi şeklinde sadece 2 yapıdan mürekkep olmaları, gerek vakıf gelirlerinin azlığı, gerekse birinin yalnızca 1476’da görülmesi nedeniyle önemsiz oldukları söylenebilir.
Medreselere göre oldukça sınırlı eğitim-öğretim hizmeti veren ve sabi denilen beş, altı yaşlarındaki çocuklara Kur’an okutmak amacıyla kurulmuş yapılara mektebhane denilmektedir. Bir anlamda medreselere gidecek öğrencileri hazırlayan bu yapıların şehirdeki kuruluşu 16. yüzyıla dayanmaktadır. Bunların kurucuları daha çok şehirdeki köklü ve nüfuzlu ailelerin fertleridir. Örneğin; İmam Gazalî neslinden Çelebi Bey ve Hamza Bey, bir ara Aksaray Sancakbeyi olan Hüseyin Bey, dönemin devlet adamı ve Cemalî ailesinden Piri Mehmed Paşa, ilim ehlinden Mevlana Muslihiddin bu tür şahsiyetlerdir. Şehirde; Çelebi Bey, Hamza Bey, Hüseyin Bey, Mahmud, Mevlana Muslihiddin ve Piri Mehmed Paşa olmak üzere 6 mektebhane bulunmaktadır.
İşlevleri itibariye iç içe geçerek birbirini tamamlayan imaretler, hankahlar ve zaviyeler şehirdeki içtimaî, ilmî ve dinî kurumları oluşturmaktadırlar. İmaretler doğrudan; fakirler, hastalar, yolcular, dervişler, talebeler vs. için aş evi olarak hizmet görürken, diğerleri çeşitli derviş topluluklarının veya tarikat çevrelerinin faaliyetlerine sahne olmanın yanında içerideki dervişler ile dışarıdan gelen yolcuların yemek yiyip konaklayabildikleri yerlerdir. Şeyh ve derviş topluluklarının himaye edilmesi, faaliyet alanlarının genişletilmesi, açların doyurulması, çıplakların giydirilmesi, fakirlerin gözetilmesi, yolcuların rahat ettirilmesi dönemin devlet adamları tarafından siyasi iktidarlarının meşruiyet alanlarını yayma aracı olarak görülmüş, buna ihtimam göstermişlerdir. Bu anlayış sultan, bey ve devlet adamlarını sözü edilen tesislerin banisi olarak karşımıza çıkarmıştır. Aksaray’daki yapıların ekseriyeti de bu şekilde Osmanlılardan önce dönemin devlet adamlarının finansmanlarıyla yapılmıştır. Örneğin, Melik Mahmud Gazi ve Efdaliyye hankahları Selçuklular; İmadiyye ve Zahriyye hankahları Danışmendliler; Halil Ağa İmareti ise Karamanoğulları zamanında inşa edilen bu tür tesislerdir. Aynı şekilde; Fahriyye Mevlevihanesi, Kalenderhane, Ahi Süleyman, Ali Gaznevi, Bâblı, Devlet Paşa (Merkeblü Baba), Feramürziye, Fıkaî (Ahi Sinan), Hacı Hamuş, Hacı Musa, Hamza Fakih, Mercaniye, Nakkaşiye, Şahiniyye (Samiyye), Şeyh Cemaleddin, Şeyh Çoban (Şeyh Ali Çelebi), Şeyh Kemal, Şeyh Mehmed b. Eflah Seydi ve Zahriyye zaviyeleri Selçuklu ve Karamanoğulları döneminde çeşitli kesimler tarafından inşa edilen şehirdeki yapılardır. Bunların dışında Hacib Köyü ve yakınındaki Şeyh Turasan Dede ile Kara Abdal zaviyeleri, Susadı Köyü’ndeki Şeyh Hacı Bektaş Zaviyesi ve Yenipınar Köyü yakınlarındaki Hacı Gaybi Zaviyesi Aksaray kırsalındaki diğer zaviyelerdir. Bunlar da diğerleri gibi Osmanlı öncesi hâkimiyet dönemlerinin eserleridir. 15-16. yüzyılda yeni imaret, hankah ve zaviye açılmamasına rağmen var olan mevcut vakıf tesislerinin atıl hale gelmesine de izin verilmemiş, uzun yıllar faaliyetlerini sürdürebilmişlerdir.
Şehirdeki fizikî gelişme ve görünümü etkileyen unsurlardan biri de türbelerdir. Mezar üzerine kurulan bina anlamına gelen türbe, ölen kişinin hatırasını ebedileştirmek maksadıyla inşa edilmiştir. Zaman içinde bu yapıların bir kısmı kutsal mekânlara dönüşmüş, ziyaretçi akınına uğramış, toplumun hafızasında ve gündelik hayatında önemli bir yer işgal etmiştir. Aksaray’da vakfı olan 5 türbeden 3’ü kadınlar adına yapılmıştır. Bunlar, şehir merkezindeki Eslim Paşa Hatun, Nefîse Hatun binti Mübârek Şah, Hanî Hüsâmeddin Çelebi (veled-i) Derviş Hacı Mahmud, Hanî Yusuf Ağa ve Emre Bey türbeleri ile Ihlara kasabası sınırları içindeki Baydı Hatun Türbesi’dir.
Aksaray Kırsalı
Yüzyılın ikinci yarısına doğru bir yandan şehir, diğer yandan da Aksaray kırsalı önemli bir gelişme ve genişleme sürecine girmiştir. Bu süreç, kır iskân birimleri olan köylerin sayıca artmasında, konargöçer grupların kalabalıklaşmasında, ekinlik olarak adlandırılan mezra ünitelerinin fazlalaşmasında kendini göstermiştir. Aksaray (Sahra), Bekir, Eyyübili ve Hasandağı nahiyelerinden oluşan Aksaray kırsalındaki yerleşme ve nüfus daha çok Eyyübili nahiyesinde kesifleşmiştir. Kazâ genelinde 1500’de 110 köy var iken 1518’de 116’ya, 1584’de ise 322’ye çıkmıştır. Köy sayısındaki artış nüfusa da yansımış, 3248 neferden 14.368 nefere yükselmiştir. Bu rakamların içinde az da olsa gayrimüslimlerin varlığından söz etmek gerekir.
Orta Anadolu’nun birçok yerinde olduğu gibi Aksaray’daki gebran diye nitelendirilen gayrimüslimler de Türkçe konuşan, Türkçe isimler alan ve kendilerine “Karamanlı”, konuştukları dile de “Karamanlıca” denilen gruptan olduğu düşünülmektedir. Türkçe isim aldıkları mufassal defterlerden tespit edilebilen gayrimüslimlerin, menşeinin yanında, bölgeye ne zaman ve ne şekilde geldikleri önemli bir problem teşkil etmektedir. Konya ve çevresinin kesin olarak 1080’li yıllarda Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından fethedildiği bilinmektedir. Şu halde, söz konusu gayrimüslim Türk unsuru, Bizanslılar tarafından bölgeye yerleştirilmiş veya Selçuklularla birlikte Anadolu’ya gelen Şamanizm’in etkisindeki boyların yerli halkla teması neticesinde gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Gerçekten de Türklerin Anadolu’ya Alparslan’dan beş buçuk asır önce girdikleri bilinmektedir. Bulgar, Hazar, Peçenek, Uz, Kuman gibi Türk unsurların batıya yönelişleri sırasında Bizans’la uzun mücadelelere girişmişler ve bu mücadeleler sonunda birçok Bulgar, Peçenek, Avar, Uz, Kuman Türk’ü Balkanlar’dan Anadolu’ya nakledilerek asker, hudut muhafızı veya kolonizatör olarak değişik yerlere yerleştirilmişlerdir. Ayrıca, Selçuklulardan önce Anadolu’ya sevk ve iskân edilen, Hristiyanlığı kabul etmiş Bulgar Türkleri de Müslümanlara karşı hudutları korumak maksadıyla Karaman ve Kayseri bölgelerine yerleştirilmişlerdir.
Bunların yanında, özellikle, Marmara bölgesinde pek çok Hristiyan Türk’ün mevcudiyeti bilinmektedir. Rumeli’deki Kıpçak ve diğer Türk gruplarından bazıları paralı asker olarak Bizans’ın emrine girmişlerdir. Bizans hizmetine geçen bu Türklere genellikle “Turcopol” adı verilmiştir. Hizmetlerine karşılık Anadolu’nun bazı yerlerinde iskân edilen bu “Turcopoller”, bölgeye gelen yeni Türk toplumu ile yakınlaşarak Hristiyanlığı terk edip onlarla işbirliğine girişmişlerdir. Aynı zamanda bunlar Osmanlı Beyliğinin kurulmasında önemli bir etken olmuşlardır. Nitekim ilk Müslüman olan Harmankaya Tekfuru Köse Mihal çok faal hizmetlerde bulunmuş, çocukları Mihalliler adıyla bilinen akıncı sınıfının kurucusu olmuşlardır. Bölgedeki gayrimüslimlerin Türklüğü hakkında N. Beldiceanu, şunları söylemektedir: “XV. yüzyıldaki Osmanlı sayımlarının açıkladığına göre, Karaman-ilinde, Rum-ilindeki (Tokat, Sivas) gibi, göçebe olduğu kadar yerleşik bir miktar Hristiyan Türk vardır. Hristiyan Türk halk, söz konusu yörelerin bir özelliği değildir. Yalnız, Küçük Asya illerinin önemli bir bölümünde, Hristiyan Türkler yaşamaktadır; bunların taşıdığı adlar, Arapça ya da Farsça değil Türkçe kökenlidir çoğu kez”.
Bunun yanında tahrir defterlerindeki raiyyet isimleri ve şer’iye sicillerindeki kayıtlardan da anlaşılacağı üzere Türk ve İslâm adları taşıyan Hristiyanların mevcudiyeti göz ardı edilemeyecek kadar çoktur. Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılacağı üzere bunlar, dil, kültür ve etnik açıdan Türk, fakat dinî açıdan Hristiyanlığı benimsemişlerdir.
Aksaray kırsalındaki gebran nüfusun saraya devşirme oğlanı verdiği de görülmektedir. Devşirme kanunun 15. yüzyılın sonlarından itibaren Erzurum, Harput, Diyarbekir, Bursa ve İstanbul civarı dışında Anadolu’da da uygulandığı bilinmektedir. Karaman eyaletindeki kazâlardan ve Aksaray’dan acemi oğlanı devşirildiği mühimme kayıtlarından anlaşılmaktadır. Karaman Beylerbeyi’ne ve kadılarına gönderilen bir hükümde, acemi oğlanı devşirilirken çocukların aileleri tarafından kaçırıldığı bildirilmekte ve bu işin önlenmesi istenilmektedir. Yine, Aksaray Beyi’ne gönderilen bir başka hükümde, acemi oğlanı olarak Hristiyan köylerinden toplanan çocukların, İslâm dinine girip Türk köylüsüne hizmete verildikten sonra birkaçının tekrar köylerine gelip mürtet oldukları belirtilmektedir.
Yüzyıl boyunca gayrimüslimlerin müstakil veya Müslümanlarla karışık yaşadıkları köy sayısı 15-16’yı geçmemiş, buna karşılık nüfusları da 448-1084 nefer arasında değişmiştir. Böylelikle gayrimüslimlerin köy nüfusu içindeki oranı %13,79-7,54 iken şehir, köy, konargöçerlerden müteşekkil kazâ nüfusu içindeki dağılımı %6,16-5,85 arasında kalmıştır.
Anadolu ve Rumeli coğrafyasındaki pek çok şehir gibi Aksaray şehir ve kırsalı hakkındaki bilgileri derlediğimiz kaynaklar 15. ve 16. yüzyıllarda bollaşmakta, 17. ve 18. yüzyıllarda ise azalmaktadır. Dönemin en derli toplu kaynağı vakıf görevlilerinin atama ve tayinlerini içeren hurufat defterleridir. Ancak bu defterlerdeki veriler üzerinden şehir ve kırsalın görünümünü ortaya koymak da mümkün değildir. 19. yüzyıldaki nüfus sayımları, temettuat yazımları, salnameler ve diğer arşiv kayıtlarıyla birlikte çok daha sağlam verilere ulaşılacak, böylelikle içtimaî, iktisadî, askerî, ilmî, dinî ve idarî alanları kapsayan dört başı mamur değerlendirmeler yapmak mümkün olacaktır.
KAYNAKLAR
- Akdağ, M. (1995). Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası Celâli İsyanları. İstanbul: Cem Yayınları.
- Akgündüz, A. (1995). Arşiv Belgeleri Işığında Somuncu Baba ve Neseb-i Âlîsi. İstanbul: OSAV Yayınları.
- Aköz, A – Yörük, D. (2003). “XVI. Yüzyılda Aksaray Sancağı’ndaki Taşra Görevlileri”. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi. S.14: 107-132.
- Aköz, A – Yörük, D. (2004). “Aksaray Sancağı’ndan Kıbrıs Adasına Sürgün Edilen Aileler”. Fırat Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Dergisi. II/1: 83-142.
- Aköz, A. (1993). “XVI. Asırda Lârende Kazâsı Hakkında”. Osmanlı Araştırmaları. XIII: 99-135.
- Arslan, H. (2001). 16. yy. Osmanlı Toplumunda Yönetim, Nüfus, İskân, Göç ve Sürgün. İstanbul: Kaknüs Yayınları.
- Âşıkpaşazâde (1332). Tevârih-i Âl-i Osman. İstanbul: Matbaa-i Amire
- Aygün, N. (2016). Nüfus Defterlerinde Aksaray’ın Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1830-1845). C.I. Ankara: Aksaray Üniversitesi Yayınları.
- Barkan, Ö. L. (1943). XV ve XVI inci asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Ziraî Ekonominin Hukukî ve Malî Esasları Kanunlar I. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Yayınları.
- Barkan, Ö. L. (1953). “Tarihi Demografi Araştırmaları ve Osmanlı Tarihi”. Türkiyat Mecmuası. X: 1-26.
- Barkan, Ö. L. (1953-1954). “Osmanlı İmparatorluğu’nda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu olarak Sürgünler”, İktisat Fakültesi Mecmuası. XV/1-4: 209-237.
- Barkan, Ö. L. (1997). “Timar”. İslam Ansiklopedisi. XII/1. Eskişehir: 280-333.
- Barkey, K. (1999). Eşkıyalar ve Devlet Osmanlı Tarzı Devlet Merkezileşmesi. çev. Zeynep Altok. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
- Baykara, T. (1996). “Ulucami’ -Selçuklu Şehrinde İskânı Belirleyen Bir Kaynak Olarak-”. Belleten. LX/227: 33-62.
- Baykurt, C. (1932), Osmanlı Ülkesinde Hıristiyan Türkler, İstanbul: Sanayii Nefise.
- Beldiceanu, N. (1995). “Osmanlı İmparatorluğu’nun Örgütü (XIV-XV. Yüzyıllar)”. çev. Server Tanili. Osmanlı İmparatorluğu Tarihi I. İstanbul: 145-170.
- Canatar, M. (1998). “Osmanlılarda Bitkisel Boya Sanayii ve Boyahaneler Üzerine”, Osmanlı Araştırmaları. XVIII. 89-104.
- Cansever, T. (1999). “Osmanlı Şehri”. Osmanlı. C.V. ed. Güler Eren. Ankara: 509-527.
- Cerasi M. M. 2001). Osmanlı Kenti Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. ve 19. Yüzyıllarda Kent Uygarlığı ve Mimarisi. çev. Aslı Ataöv. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
- Cook, M. A. (1972). Population Pressure in Rural Anatolia 1450-1600. London: Oxford University Press.
- Coşkun, F. (1996). 888 (1483) Tarihli Karaman Eyâleti Tahrir Defteri (Tanıtım, Tahlil ve Metin). İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul.
- Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, Kamil Kepeci Defterleri (BOA.KK.d.): 210, 212, 262, 2551.
- Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, Maliyeden Müdevver Defterler (BOA.MAD.d.): 43, 567, 3074.
- Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, Mühimme Defterleri (BOA.MD.d.): 1/A, 3-7, 11-15, 23-30, 38, 39, 41, 42, 43, 46, 52, 53, 60, 70, 72, 73.
- Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, Ruznamçe Defterleri (BOA.D.BRZ.d): 4, 16, 17, 18, 41, 48, 79, 99, 133, 140, 181, 201, 225, 1047.
- Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi, Tapu Tahrir Defterleri (BOA.TT.d.): 40, 58, 63, 392, 415, 455, 599, 968.
- Çetintürk, E. N. (1986). Aksaray (Niğde) ve Çevresindeki Türk Eserleri. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Doktora Tezi. Ankara.
- Deniz, B. (1998). “Aksaray Melik Mahmud Gazi Hangâhı (Darphane) Kazısı ve Türk Sanatı İçindeki Yeri”. VII. Millî Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri (II. Ortaçağ ve Türk Dönemi Kazı Araştırmaları Sempozyumu Bildirileri) 30 Nisan-02 Mayıs 1998. Konya: 137-157.
- Emecen, M. F. (1989). XVI. Asırda Manisa Kazâsı. Ankara: TTK Yayınları.
- Emecen, M. F. (1999). “Osmanlılarda Yerleşik Hayat Şehirliler ve Köylüler”. Osmanlı. IV. ed. Güler Eren. Ankara: 91-97.
- Erdoğru, M. A. (1992). “Karaman Vilayetinin İdarî Taksimatı”. Osmanlı Araştırmaları. XII: 425-430.
- Erdoğru, M. A. (1998). Osmanlı Yönetiminde Beyşehir Sancağı (1522-1584). İzmir.
- Erdoğru, M. A. (2004). “Murad Çelebi Defteri: 1483 Yılında Karaman Vilâyetinde Vakıflar IV”. Tarih İncelemeleri Dergisi. XIX/2: 141-176.
- Ergenç, Ö. (1980). “Osmanlı Şehrinde Esnaf Örgütlerinin Fizik Yapıya Etkileri”. Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi (1071-1920). ed. Osman Okyar – Halil İnalcık. Ankara:103-109.
- Ergenç, Ö. (1981). “Osmanlı Şehirlerindeki Yönetim Kurumlarının Niteliği Üzerine Bazı Düşünceler”. VIII. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 11-15 Ekim 1976, Kongreye Sunulan Bildiriler. II: s.1265-1274.
- Ergenç, Ö. (1995). XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
- Eröz, M. (1983). Hıristiyanlaşan Türkler. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
- Ertuğ, F. (1998). “Anadolu’nun Önemli Yağ Bitkilerinden Keten/Linum ve Izgın/Eruca Orta Anadolu’da Beziryağı Üretimi ve Bezirhaneler”. TÜBA-AR. I: 114-127.
- Ertuğ, Z. T. (2000). “İmaret”. DİA. XXII. İstanbul, 219-220.
- Evliya Çelebi (1314). Evliya Çelebi Seyahatnâmesi. I-III. İstanbul.
- Faroqhi, S. (1979-1980). “Taxation and Urban Activities in Sixteenth-Century Anatolia”. İJTS. I: 19-54.
- Faraqhi, S. (1994). Osmanlı’da Kent ve Kentliler. çev. Neyyir Kalaycıoğlu. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
- Görür, M. (1991). Anadolu Selçuklu ve Beylikler Döneminde Aksaray Şehri. Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Yüksek Lisans Tezi. Ankara.
- Göyünç, N. (1968). “XVI. Yüzyılda Ruûs ve Önemi”, İÜEF. Tarih Dergisi, XVII/22: 17-34.
- Gümüşçü, O. (2001). XVI. Yüzyıl Larende (Karaman) Kazâsında Yerleşme ve Nüfus. Ankara: TTK Yayınları.
- Huart, CL. (1987). “Aksaray”, İslam Ansiklopedisi, I, Eskişehir: 274.
- Hüseyniklioğlu, A. (2008). Karaman Beylerbeyliği’nde Konar-Göçer Nüfus (1500-1522). Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Doktora Tezi. Elazığ.
- İbn Batuta (1333-1335). Tuhfetü’n-Nüzzâr fî Garâibü’l-Emsâr ve Acâibü’l-Esfâr Seyahatnâme-i İbn Batuta. Mtr. Mehmed Şerif. II. İstanbul.
- İbn Kemal (1991). Tevârih-i Âl-i Osman, VII. Defter. haz. Şerafettin Turan. Ankara: TTK Yayınları.
- İnalcık H. (1987). Hicri 835 Tarihli Sûret-i Defter-i Sancak-i Arvanid. Ankara: TTK Yayınları.
- İnalcık, H. (2000). Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal ve Tarihi I 1300-1600. İstanbul: Eren Yayınları.
- Jennings, R. C. (1976). “Urban Population in Anatolia in the Sixteenth Century: A Study of Kayseri, Karaman, Amasya, Trabzon and Erzurum”. İJMES. 7: 21-57.
- Kahraman, S. A. (2009). XVI. Yüzyıl Başlarında Karaman Vilâyeti Vakıfları, Kayseri: Kayseri Büyükşehir Belediyesi Yayınları.
- Karadeniz, H. B. (1995). Atçeken Oymakları (1500-1642). Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Doktora Tezi. Kayseri.
- Karamanlı Nişancı Mehmed Paşa (1949). “Osmanlı Sultanları Tarihi”. Türkçeye çev. Konyalı İbrahim Hakkı. Osmanlı Tarihleri. I. İstanbul: Türkiye Yayınevi. 321-369.
- Konyalı, İ. H. (1974). Âbideleri ve Kitâbeleri İle Niğde Aksaray. İstanbul: Fatih Yayınevi Matbaası.
- Kuran, A. (1969). “Karamanlı Medreseleri”. Vakıflar Dergisi. VIII: 209-223.
- Küçükdağ, Y. (1994). Vezîr-i Âzam Pîrî Mehmed Paşa, Konya: Enes Dağıtım.
- Küçükdağ, Y. (1995). II. Bayezid, Yavuz ve Kanûnî Devirlerinde Cemâlî Ailesi. İstanbul: Aksaray Vakfı Yayınları.
- Küçükdağ, Y. (1997). Karapınar Sultan Selim Külliyesi, Konya: Karapınar Belediyesi Yayınları.
- Lindner, R. P. (2000). Ortaçağ Anadolusu’nda Göçebeler ve Osmanlılar. çev. Müfit Günay. İstanbul: İmge Yayınları.
- Ocak, Y. (1978). “Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi. XII: 247-269.
- Oral, M. Z. (1958). “Fatih Sultan Mehmed’in Gevale Kalesi İle Karaman İllerinin Fethi ve Hâmidî’nin Tercî-i Bendi”, Vakıflar Dergisi, IV: 81-89.
- Orhonlu, C. (1971). “Osmanlı Türklerinin Kıbrıs Adasına Yerleşmesi (1570-1580)”. Milletlerarası Birinci Kıbrıs Tetkikleri Kongresi (14-19 Nisan 1969). Ankara: s.91-97.
- Öz, M. (1999). XV-XVI. Yüzyıllarda Canik Sancağı, Ankara: TTK Yayınları.
- Özcan, A. (1994). “Devşirme”. DİA. IX. İstanbul: 254-257.
- Pakalın, M. Z. (1993). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü. I-III. İstanbul: MEB Yayınları.
- Rasonyi, L. (1988). Tarihte Türklük, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
- Sapancalı Hüsnü (2009). Aksaray Tarihi Üzerine İncelemeler Hasan Dağı’nda İlmî Cevelan. haz. Nevzat Topal. Konya: Kömen Yayınları.
- Sertoğlu, M. (1986). Osmanlı Tarih Lûgatı. İstanbul: Enderun Kitabevi.
- Sümer, F. (1996). “Karaman-oğulları (Karamanlılar)”. çev. M. Akif Erdoğru. TDA. 100: 67-81.
- Şahin, İ. (1989). “Aksaray”. DİA. II. İstanbul: 291-292.
- Şikârî (2005), Karamannâme,[Zamanın kahramanı Karamanîler’in Tarihi], haz. Metin Sözen-Necdet Sakaoğlu, İstanbul: Karaman Valiliği-Karaman Belediyesi Yayını.
- Taeschner, F. (1960). “Aksaray”. EI2. I: 312.
- Tanyeli, U. (1987). Anadolu-Türk Kentinde Fiziksel Yapının Evrim Süreci (11.-15. yy). İstanbul: İstanbul Teknik Üniversitesi Yayınları
- Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi, Tapu Tahrir Defterleri (TKGM.TT.d.): 76, 131, 136, 139, 303, 564, 565, 584
- Tekin, Ş. (1996). “Fatih Sultan Mehmed Devrine Âit Bir İnşâ Mecmuası”. JTS Abdülbaki Gölpınarlı Hatıra Sayısı. II. 20: 267-311.
- Tekindağ, M. C. Ş. (1963). “Son Osmanlı Karaman Münasebetleri Hakkında Araştırmalar”. İÜEF Tarih Dergisi. XIII/17-18: 43-76.
- Tekindağ, M. C. Ş. (1997). “İstanbul”. İslam Ansiklopedisi. V/II. Eskişehir: 1199-1214.
- Tekindağ, M. C. Ş. (1997). “Karamanlılar”. İslam Ansiklopedisi. VI. Eskişehir: 316-330.
- Tekindağ, Ş. (1980). “Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu Hakkında Yeni Görüşler” Atatürk Konferansları VII 1975: 63-75.
- Topal, N. (2009), Anadolu Selçukluları Devrinde Aksaray Şehri, Ankara: Aksaray Valiliği İl Özel İdaresi Kültür Yayınları.
- Turan, O. (1997). “Kılıç Arslan II”. İslam Ansiklopedisi. VI. Eskişehir: 688-703.
- Turan, O. (1948). “Selçuklu Devri Vakfiyeleri”. Belleten. XII/45: Ankara 1948, s.17-170.
- Tursun Bey (1977). Târîh-i Ebü’l-Feth. haz. A. Mertol Tulum. İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti Yayınları.
- Uludağ, S. (1997). “Hankah”. DİA. XVI. İstanbul: 42-43.
- Uzluk, F. N. (1958). Fatih Devrinde Karaman Eyaleti Vakıfları Fihristi. Ankara: Vakıflar Umum Müdürlüğü Neşriyatı.
- Uzunçarşılı, İ. H. (1988). Osmanlı Tarihi. I-II. Ankara: TTK Yayınları.
- Ünal, T. (1986). Karamanoğulları Tarihi. Konya. Berikan Yayınları.
- Yediyıldız, B. (1997). “Vakıf”. İslam Ansiklopedisi. XIII. Eskişehir: 153-172.
- Yörük, D. (2007). “1843 Tarihli Cizye Defterine Göre Aksaray Kazâsı’ndaki Gayrimüslimler”. Türk Dünyası Araştırmaları. 170: 143-160.
- Yörük, D. (2017). “XVI. Yüzyıl Sonlarında Aksaray Sancağında Göçler”. Geçmişten Günümüze Göç. I. ed. Osman Köse. Samsun: 707-719.
- Yörük, D. (2019). XVI. Yüzyılda Aksaray Sancağı (1500-1584). Ankara: Aksaray Valiliği İl Kültür Müdürlüğü Yayınları.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: Prof. Dr. Doğan YÖRÜK
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Aksaray, Sancak, Kazâ, Beylerbeyi.