CEMÂL HALVETÎ
(ö. 899/1494)

(Mutasavvıf, Müellif, Şâir, Halvetiyye’nin Cemâliyye Ana Kolunun Kurucusu)

DOĞUMU – ADI – AİLESİ
Hulvî’nin, Lemezât’ta “yakîn nurlarının ulaştırıcısı, mürşidlerin mert ve emini, hidayet ehlinin seçkini, akıl sahiplerinin imamı ve nefis yolunun mücâhidi” diyerek sitayişle bahsettiği Cemâl Halvetî, daha çok “Çelebi Halîfe” adıyla tanınmıştır.

Kaynaklarda adı, genelde birbirine yakın olmakla birlikte bazı küçük farklarla verilmiştir. Halveti şeyhlerinin bir kısmına da yer veren Nefahatü’l-Üns’te adının “Muhammed” olduğu ve Mevlânâ Celaleddîn Aksarayî neslinden geldiği kaydı yer alırken Taşköprülüzâde, onunla ilgili olarak “Devrin Hakk ârifi şeyhlerinden biri de Çelebi Halîfe adıyla meşhur olan Şeyh Mehmed Cemâlî’dir.” diyerek diğer kaynaklarda geçen Muhammed isminden farklı olarak “Mehmed” ismini zikretmiştir. Âlî, Künhül’l-Ahbar’da adını Çelebi Şeyh olarak verdikten sonra sadece “Çelebi” diye meşhur olduğunu söyler. Yusuf b. Yakub ise Tezkire-i Halvetiyye’de onun Hz. Ebu Bekir neslinden olup, Cemâleddîn Aksarayî’nin torunu ve mahlasının “Cemâl Halvetî” olduğunu kaydetmiştir.

Cemâl Halvetî Envâru’l-Kulûb adlı risalesinde kendi adını, “el-Cemâlü’l-Halvetî, mulakkab Fakîr-i Hakîr Muhammed bin Mahmûd el-Aksarayî” olarak vermiştir. Te’vîlât’ü Erbaîne Hadîsen isimli eserinde ismini “Muhammed b. Muhammed Cemâli’l-Mille ve’d-Dîn el-Aksarâyî” olarak verirken bir başka risalesi olan Kitâb-ı Habbeti’l-Muhibbe adlı eserinde ise ismini: “Ene’l-Fakîru’l-Hakîr ile’l-Lutfi’r-Rabbanî ve’l-Avni’s-Samedânî Muhammed bin Mahmud bin Cemalü’l-Mille ve’d-Dîn el-Aksarayî” şeklinde vermektedir. Cemâl Halvetî ile ilgili bir çalışma yapan Muharrem Çakmak, kaynakların ekserisi onunla ilgili olarak “Çelebi Halîfe” ismini ön plana çıkarmalarına rağmen kendi eserlerinde “Çelebi Halîfe” isimlendirmesiyle ilgili hiçbir kayıt bulunmadığını belirtse de onun Cevâhiru’l-Kulûb adlı eserinin hemen başında ismi ve lakabı “Çelebi Halîfe diye mağrûf şeyh Muhammed el-Cemâl-i el-Aksarâyî el-Halvetî” şeklinde geçmektedir.

Buna göre Asıl adı Muhammed b. Mahmud, lakabı Cemâl Halvetî, mahlası ise Cemâlî’dir. Ancak Çelebi Halîfe olarak meşhurdur. Vassâf, Sefîne’de Çelebi Halîfe olarak bilinmesinin nedenini kazaskerzâde olmasına bağlamıştır. Cemâl Halvetî ile ilgili önemli verilerin yer aldığı Yusuf b. Yakub ise Tezkire-i Halvetiyye eserinde bu adla tanınmasının nedenini Sultan Süleyman’ın (i. 1520-1566) veziri olan Pîri Mehmet Paşa’nın onun amcası olmasıyla açıklamıştır. Küçükdağ ise, büyük dedesi Cemâleddîn Aksarâyî’nin Amasya’da Şadgeldi Paşa’ya (ö. 738/1381) Kazaskerlik yapmasından dolayı olduğunu söylemiştir.

Kaynaklardaki veriler ve tarihî kronoloji dikkate alındığında Küçükdağ’ın verdiği bilgiler daha makuldür. Çünkü Yusuf Sinan, Pîri Mehmet Paşa’nın onun amcası olduğunu söylemekle hata yapmıştır. Cemâl Halvetî, Pîri Mehmet Paşa’nın yeğeni değil, aksine onun babasıdır. Kaldı ki Pîri Mehmet Paşa, Cemâl Halvetî’nin hayatta olduğu II. Bayezid döneminde defterdâr iken Yavuz Sultan Selim zamanında önce başdefterdâr, daha sonra vezir ve en sonunda da vezir-i âzam olmuş, buna ek olarak da Acem Kazaskerliğine getirilmiştir. Bununla birlikte Cemal Halvetî’nin büyük dedesi Cemâleddîn Aksarâyî’nin (ö. 791/1388-89) ilmî kişiliği ve şeceresinin dördüncü kuşaktan Fahreddîn Râzî’ye ulaşmasının yanında mensubu olduğu Cemâlî ailesinden çok sayıda âlim, müftü ve kadı şahsiyetlerin bulunmasından dolayı “Çelebi” olarak adlandırıldığı görüşü de dikkate değerdir.

Doğum tarihi bilinmeyen Cemâl Halvetî’nin nerede doğduğu hususunda ise kaynaklarda farklı görüşler yer almaktadır. Cemâl Halvetî kaynakların ekserisine göre Aksaray’da doğmuştur. Hulvî, Lemezât’ta onun Aksaray’da doğduğunu ve bu yüzden Aksarâyî nisbesini aldığını söyler. Âlî, Künhül’l-Ahbar’da aynı şekilde Aksaray’da doğduğunu, Yusuf Sinan b. Yakub, Menâkıb-ı Cemâl Halvetî’de, Vassâf, Sefîne-i Evliyâ’da, İbrahim Hâs Halvetî, Tezkiretü’l-Hâs’ta yine doğum yeri olarak Aksaray’ı kaydetmiştir.

Aksaraylı Mevlânâ Celâleddîn’in neslinden geldiğini söyleyip doğum yerine ilişkin bilgi vermeyen kaynakların yanında Amasya’da doğduğunu kaydeden kaynaklar da mevcuttur. Her ne kadar kaynaklarda hem Amasya hem de Aksaray’da doğduğu yazılmış olsa da gerek ilk eğitimini Aksaray’da alıp ardından Konya’da devam etmesi, gerekse Amasya’ya II. Bayezid zamanında gitmesi Amasya’da doğduğu şeklindeki iddiaları boşa çıkarmaktadır. Kaldı ki mezkûr kaynaklarda onun Amasya doğumlu olmasını gerektirecek bir duruma işaret edilmemiştir.

SOYU-EĞİTİMİ
Cemâl Halvetî, Amasya ve Konya Kadılığı gibi mühim vazifeler icrâ eden ve Zinciriye Medresesi’nde müderris olan Cemâleddîn Aksarâyî’nin torunudur. Soyu Hz. Ebu Bekir’e dayanmaktadır. İşte böyle ilmî yönüyle temayüz etmiş bir ailenin ferdi olarak dünyaya gelen Cemâl Halvetî, ilk eğitimini doğduğu şehir olan Aksaray’da almıştır. Medrese eğitimini Konya’da sürdürmüş, İstanbul’da tamamlamıştır. Damadı olduğu Mevlânâ Hamza’dan ders aldığı rivayet edilmiştir. Hangi dersleri aldığı konusunda bilgi bulunmasa da Taşköprülüzâde, Cemâl Halvetî’nin ilimle megul olduğunu, Hulvî, ilim tahsilini tamamladıktan sonra müderrislik yaptığını belirtmiştir.

Kaynaklarda zâhirî ilimlerde dersler gördüğü, bu alanda belli bir makama geldiği ve müderrislik yaptığı belirtilen Cemâl Halvetî’nin bir tarîkatın kolunu kuracak kadar ve bununla ilgili eserler yazacak kadar tasavvufî bilgiye, yine eserlerinden de anlaşılacağı üzere tefsir ve te’vil yapacak kadar şer’î bilgiye sahip olduğu söylenebilir. Vassâf, onu tasavvufî ilimlerin yanında, tefsir, te’vil ve hadis gibi ilimlerdeki yetkinliğinden dolayı zamanının “Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’si” olarak nitelemiştir. Bu durumda denilebilir ki Cemâl Halvetî, iyi bir medrese eğitimi görmüş, tefsir, hadis, kelâm ve fıkıh gibi zamanın ilimlerini o dönemin âlimlerinden gereği gibi okumuş ve icazetnâme almıştır. Dini, tasavvufi içerikli otuza yakın eser yazmış olması ilmini ve tasavvufi makamını gösterir niteliktedir.

TASAVVUFA YÖNELMESİ
Cemâl Halvetî’nin tasavvufa meyletmesi konusunda iki farklı görüş vardır. Bunlardan ilki onun ilimle meşgul olduğu sıralarda yaşadığı bir vecd haliyle tasavvufa yöneldiği şeklindedir. Lâmiî Çelebi, Taşköprülüzâde, Mecdî Mehmed Efendi, Hoca Sadettin, onun et-Telhis’in Muhtasâr-ı Meânî isimli şerhini okurken kalbine tasavvuf yoluna girmek düştüğünü ve bu sırada sûfîlere karşı bir muhabbet duyduğunu ve böylece sûfîlerin yoluna girdiğini belirtmiştir.

Ayvansarâyî, herhangi bir sebebe bağlamaksızın uzun süre mevâli-i îzâma hizmet ettikten sonra yüksek mertebelere erdiğini ve sonra “Câg bir destmâl imiş bildim/ Nakşı anın hayâl imiş bildim.” beytini okuyarak sûfî yoluna rağbet ettiğini nakletmiştir. Bunların yanında Vassâf, onun zâhirî ilimlerde belli bir makama erdikten sonra “fâriğ-i câh” olarak tasavvuf yoluna meylettiğini, Mehmet Süreyya onun henüz talebeliği sırasında tasavvufa meyilli olduğunu, İbrahim Hâs Halvetî, ilimle meşgul olduğu sıralarda kalbine sülûk sevdası düştüğünü kaydetmiştir.

Tasavvufa meyletmesiyle ilgili ikinci görüş ise menkıbevî bir özellik taşımaktadır. Hulvî, onun müderrislik yaptığı sıralarda bir vecd halinde, istiğrak haline düşüp tedrisi terk ederek tasavvufa sülûk ettiğini söyledikten sonra tasavvufa meyletmesiyle ilgili diğer kaynaklarda pek yer almayan başka bir olaya yer vermiştir. Buna göre Cemâl Halvetî memuriyette yükselmek için kazasker olan bir akrabasının yanına gitmiştir. Akrabasıyla sohbet ederken tellalın biri satılık bir Kur’an olduğunu ünleyerek oradan geçmektedir. Kazasker olan akrabası, tellalı çağırarak Kur’an’ın fiyatını sorar. Bunun üzerine tellal Kur’an’ın fiyatının 300 akçe olduğunu söyler. Kazasker, fiyatı fazla bulur ve Kur’an’ı almaktan vazgeçer. Henüz bu olayın üzerinden çok geçmeden biri izin isteyerek huzura gelir. Gelen kişi kazaskerin, daha önceden özelliklerini söylediği atı bulunca alıp getirmesini tembihlediği kişidir. Atı bulduğunu söyleyen ve bir bakmasını isteyen adamın getirdiği ata bakan Kazasker atı çok beğenir ve almaya karar verir. Atın fiyatının10.000 akçe olmasına rağmen fiyatın pahalılık ya da ucuzluğunu sorgulamadan tereddütsüz atı alır. Olanları gözleyen Cemâl Halvetî, kazasker akrabasının Kur’an’a 300 akçeyi çok görürken ata 10.000 akçe verdiğini görünce çok üzülür. Bu makamlara talip olduğu için Kur’an’a değer vermeyip ata değer veren bu taifenin seçkinlerinden olmak istediği için nefsini kınar. Sonra da kendi nefsine, ahiret için çalışan ve Mevlâ’ya yakınlık yollarına varlıklarını adayan tarîkat büyüklerinin peşine düşmesini tavsiye eder. O yola düşmezse de ilmiyle amel etmeyen ve ahiret gününde pişmanlık duyarak kendini ateşlere atanlardan olacağını düşünür.

Görüldüğü gibi Cemâl Halvetî’nin tasavvufa yönelmesi, onun dünya metaına olan bakışıyla ilgilidir. Nitekim Lemezât’ta anlatılan bu olay onun tasavvufa yönelmesinin sebebi olarak gösterilmiştir. Bahsi geçen hâdisede olduğu gibi, onun dünya metaına uzak tutumunu, Sultan Bâyezid’ın daveti üzerine geldiği İstanbul’da kendisine ve dervişlerine yapılmak istenen nakdî yardımı kabul etmeyişi teyid etmektedir.

Cemâl Halvetî, ister kaynakların kaydettiği ilk sebep olsun isterse Hulvî’nin naklettiği bu olay olsun bilvesile tasavvufa meyletmiştir. Onun tasavvufa meylettikten sonraki süreci çok açık olmamakla birlikte çeşitli şeyhlere intisab ettiği görülmektedir.

ŞEYHLERİ VE TASAVVUFİ TERBİYE SÜRECİ
Nefehat’ta onun tasavvufa meyledince Karaman’da bulunan Alâeddîn Halvetî’nin müridlerinden olan Abdullah isimli bir dervişin yanında halvete girdiğinden, o sırada Karaman’da olmayan Alâeddîn Halvetî’nin Karaman’a gelmesiyle de ona bağlandığından bahsedilmiştir. Taşköprülüzâde, Mecdî Mehmed Efendi ve İbrahim Hâs Halvetî, Cemâl Halvetî’nin Karaman’da Alâeddîn Halvetî’ye bağlandığını belirtirken Lemezât’ta ve Tibyânü vesâʾili’l-Hakâik’ta yer alan bilgilere göre öncelikle İstanbul’da bulunan Zeyniyye Tarîkatının postunda oturan Hacı Halîfe (ö. 894/1488-89) olarak tanınan Seyyid Abdullah’a intisab etmiştir. Âlî ve Ayvansarâyî bu kaynaklardan farklı şeyh isimleri zikreder. Âlî, Künhül’l-Ahbar adlı eserinde onun Meşâyih-i Halvetiyye’den Molla Pîr Ahmedi Erzincânî’ye varıp ondan hilâfet aldığını kaydederken Ayvansarâyî herhangi bir isim zikretmeksizin Zeyneddîn Hafî tarîkatından bir kimseye vasıl olduğunu, o tarîkatta icazet aldıktan sonra kalbi mutmain olmadığından Halvetiyye Tarîkatı’ndan Şeyh İbni Tâhir’e vardığını belirtir. Ancak, kaynakların ekserisinin verdiği bilgiye göre Şeyh Alâeddîn’e intisâb etmek üzere Karaman’a giden Cemâl Halvetî’nin, Şeyh Alâeddîn ile karşılaşması şöyle nakledilmiştir:

Önce şeyh Alâeddîn Karamanî hulefasından Karaman’da oturan Şeyh Abdullah’ın yanında halvete girdi. Sonra Şeyh Alâeddîn Hazretleri Karaman’a geldiler. Müşarun ileyh Çelebi Halîfe yanına varıp onunla mulakat etti. Şeyh Alâeddîn’i siyah cübbe, siyah sarıkla siyah bir atın üzerinde görünce, Çelebi Halîfe’nin derûnunda büyük bir muhabbet peyda olup bağlılığını izhar etti. Şeyh Çelebi Halîfe’ye hitaben ‘İstiyorsan bu cübbeyi sana vereyim.’ diye taltif eyleyince Çelebi Halîfe ona cevaben: ‘Sûfîyye yolunda cübbe ve hırka istihkaksız giyilmez. Bende ise ona hilâfet ve liyakat yoktur.’ diye cevap verdi. Şeyh Alâeddîn, sözünün Çelebi Halîfe tarafından kabul telakki olunmadığından ona incinip ‘Sonunda sen benim tevabuma muhtaç olursun.’ diye kendi tarîkatine sülûk edeceğine işaret eyledi.

Bu sözler üzerinden çok geçmeden Şeyh Alâeddîn vefat etmiştir. Şeyhin dediği gibi onun tevâbundan Abdullah Karamanî ile bir süre sohbet eden Cemâl Halvetî, Abdullah Karamanî’nin vefat etmesi üzerine Tokat’a gitmiştir. Orada Halvetiyye meşâyihinden Şeyh Tahirzâde’ye bağlanmıştır.

Şeyh Tahirzâde ümmî olmakla birlikte bâtınî ilimlerin arifi olmakla temayüz etmiştir. Cemâl Halvetî onun yanında ağır bir riyâzet süreci geçirmiştir. Öyle ki Şeyh Tahirzâde, onu önce taş ve toprak işlerinde çalıştırmış, sonra âdeti olduğu üzere kazdırdığı çukurda diğer dervişlerle birlikte onu halvete sokmuştur. Bu halvet sırasında diğer dervişler halveti tamamlayamamış, sadece Cemâl Halvetî tamamlayarak murad ettiği hakikate ulaşmıştır. Âlî, Künhü’l-Ahbar’da “ve bi’l-cümle evâil-i sülûkinde Tokat’a varup Şeyh Tâhir-i Halvetî emriyle halvete girdi. Mezkûr şeyh ise Müridleirne riyâzet-ı killiyye çekdirüp ekseri ve ba’zısı terk-i tarîkla mahrum ve derd-nâk olmışken mezbûr Çelebi Şeyh cidden rû-gerdân olmaz, hatta halvetinde yalnuz kalup bir kendü gibi murtâz dahi bulunmazdı.” diyerek diğer dervişlerin halveti terk edip hikmetten mahrum kaldıklarını, ancak Cemâl Halvetî’nin bu zor halveti tek başına tamamladığını söyler. Hulvî de bu halvet sırasında Cemâl Halvetî’nin nice hakikatleri keşfettiğini, sayısız manevî mertebeleri aşarak yakînlik mertebesine ulaştığını söylemiştir.

Nefehat’ta geçtiğine göre Cemâl Halvetî bu riyâzet halini şöyle anlatır:

Şeyh Alâeddîn çok geçmeden vefat etti. Bu sırada Abdullah Halîfe de ölmüştü. Tokat’ta Halvetîler’den Tahirzâde’ye gittim. Bu Tâhiroğlu ümmî bir Türkmen idi. Şöyle ki, “feyz” diyeceği yerde “hayz” diyordu. Avlanmayı çok severdi. Fakat bâtını kuvvetli idi. Beni taş toprak işlerinde çalıştırdı. Sonra pek çok kimse ile birlikte halvete soktu. Bir yer kazıp içinde halvete oturduk. Bize şiddetli bir riyâzet yaptırdı ve aç tuttu. Yoldaşlarım açlığa tahammül edemeyip köyden yiyecek getirdiler. Ben yine de yemedim. Tahirzâde geldi ve onlara kızdı. Ceza olarak hepsini uzaklaştırdı. Bana da ‘Sen de var git’, dedi. Arkadaşlarımın tamamı dağılıp gittiler. Fakat ben riyâzete devam ettim. Hatta Tahirzâde’ye: “Çelebi riyâzetten ölecek hale gelmiş, demişler.” Şöyle demiş:“Bırakın ölsün.” Tam bu sırada bana hal keşfi vakıası geldi. Tahiroğlu gelip vakıamı dinledi, lütuf yüzünü gösterdi.”

Kaynakların çoğu Cemâl Halvetî’nin, Şeyh Tahirzâde’nin vefat etmesiyle Tokat’tan ayrıldığını ve Yahyâ-yı Şirvânî’ye hizmet etmek üzere Şirvan yoluna düştüğünü belirtirken Âlî, Şirvan’ı ve Yahyâ-yı Şirvânî’yi hiç zikretmeden onun doğrudan Pîr Ahmet Erzincânî’ye gittiğini yazar. Kaynakların bir kısmı ise onun şeyhinin vefatıyla değil bizzat şeyhin yönlendirmesiyle Şirvan’a doğru yola çıktığını belirtmiştir. Cemâl Halvetî’nin kısa sürede sülûkunu tamamladığını gören Şeyh Tahirzâde artık ona verecek bir şeyi kalmadığını ve Yahyâ Şirvânî’ye giderek ona intisap etmesi gerektiğini söyler. İbrahim Hâs Halvetî, Tezkiretü’l-Hâs kitabında Şeyh Tahirzâde ile Cemâl Halvetî arasında geçen konuşmayı Cemâl Halvetî’nin ağzından şu şekilde nakleder: “Bir gün Şeyh Tahiroğlu dedi: Benim seni irşada istitâatim yoktur. Sen Seyyid Yahyâ’ya gereksin. Ben dahi Şirvan’a revan oldum.”

Cemâl Halvetî, Tahirzâde’nin yanında seyr ü sülûk yolunda mesafe kat etmiş olsa da kaynaklardaki ifadelerden de anlaşıldığı kadarıyla bu yolda kalben itmi’nâna ulaşamamıştır. Kalbî arayışının devam etmesi nedeniyle hem şeyhinin yönlendirmesi hem de şeyhinin vefatı üzerine yeni bir şeyh bulma amacıyla Yahyâ Şirvanî’ye gitme ihtimali kuvvetlidir.

Yahyâ-yı Şirvânî’ye intisab etmek üzere yola çıkan Cemâl Halvetî yol güzergâhında bulunan Erzincan’a varmıştır. Burada Pîr Muhammed Bahâeddîn Erzincânî ile bir süre görüşmüştür. Hulvî’nin dediği gibi onda nice hikmetler ve manalar görerek ondan feyiz almıştır. Vassâf, Cemâl Halvetî ve Pîr Muhammed Bahâeddîn Erzincânî görüşmesini Erzincan değil de Azerbaycan olarak verirken Âlî, Cemâl Halvetî’nin Pîr Muhammed Bahâeddîn Erzincânî ile değil de Pîr Ahmed Erzincânî ile Erzincan’da görüştüğünü söyler.

Nefehat’a göre Cemâl Halvetî, Pîr Muhammed Bahâeddîn Erzincânî’de aradığını bulamayıp Şirvan’a gitmeye niyetlenmiştir. Lemezât’ta nakledildiğine göre ise ondan feyiz aldıktan sonra izin isteyerek Şirvan’a gitme arzusunu dile getirir. Pîr Muhammed Bahâeddîn Erzincânî ise Seyyid Yahyâ’nın yaşlı ve ölümünün yakın olduğuna işaretle onun hizmetine yetişmenin uzak bir ihtimal olduğunu söyler. Sonra da “Bizim hissemize düşen hal size kafî görünür. Boşuna zahmet çekip ayaklarını kabarttığına değmez.” diyerek, Çelebi Halîfe’nin sülûkunun kendisiyle olacağını işaret eder.

Cemâl Halvetî’nin kararından dönmeyeceğini gören Pîr Muahmmed Erzincânî yine de kapıları kapatmamış ve geri döneceğini düşündüğü Cemâl Halvetî’ye “Eğer bu taraflara geri dönersen murad hâsıl olur.” der. Fakat o, Yahyâ-yı Şirvânî’nin hizmetinde bulunmak arzusuyla Erzincan’da kalmayı istemez ve Muhammed Erzincânî’den müsaade alarak Şirvan’a gitmek üzere yola çıkar.

Kaynakların bir kısmı onun iki günlük yolculuktan sonra Yahyâ-yı Şirvânî’nin (ö. 862/1457) ölüm haberini alınca geri döndüğünü yazarken bir kısmı da Şirvan’a vardığını ve orada şeyhin ölüm haberini aldığını kaydeder. İbrahim Hâs Halvetî, Tezkiretü’l-Hâs’ta olayı Cemâl Halvetî’nin ağzından şöyle anlatır: “Ben dahî Şirvan’a dâhil olduğum gün Şeyh Seyyid Yahyâ Hazretleri vefat etmiş. Cenazesine katıldım. O gece Şirvan’da kalarak Hazreti Seyyid’in kabri üzerlerinde müteveccih oldum. Şeyh Seyyid Yahyâ’yı gördüm. Bana dedi ki, var sen Pîr Muhammed Bahâeddîn Erzincânî’ye eriş. Emânet-i mârifetim ona teslim oldu. Böylece ben Erzincânî’ye geldim.”

Cemâl Halvetî, cenazesine katıldığı ve kabri başında murâkabe ederek Yahyâ-yı Şirvânî’nin sırren kendisine işaret ettiği mânâ üzerine ertesi gün erkenden yola düşmüştür. Rivayet edildiğine göre Cemâl Halvetî’nin bu yolculuğu oldukça çetin geçmiş, Erzincan’a varmaya bir menzillik bir mesafe kala ayakları kabarıp muzdarip olarak mecalsiz kalmıştır. Bunun üzerine Pîr Muhammed, ona bir at göndererek Erzincan’a ulaşmasını sağlamıştır. Cemâl Halvetî bu hal üzere Erzincan’a ulaşınca Pîr Muhammed ona: “Çelebi, bizim sözümüze inanmadın, elhamdülillah yabana da gitmedin.” diyerek onu hemen halvete sokmuştur.

İRŞAD FAALİYETLERİ
Şeyh Erzincânî’nin terbiyesinde sülûkunu tamamlayan Cemâl Halvetî, şeyhinin izin ve icazetiyle irşad için Tokat’a gelmiştir. Bir müddet Tokat’ta irşad faaliyetlerinde bulunduktan sonra Amasya’ya geçmiştir. Burada bir zamanlar Pîr İlyas Amasyavî’nin irşad faaliyetlerinde bulunduğu Gümüşlüoğlu Tekkesi adıyla bilinen ve Amasya’da Halvetîlere mahsus olarak yapılan ilk tekkede irşad faaliyetlerinde bulunmuştur. Abdizâde’nin Amasya Tarihi’nde Cemâl Halvetî’nin bu tekkede şeyhlik yaptığı kaydına rastlanmasa da ona göre Cemâl Halvetî Amasya’ya ilk geldiği zamanlarda bu tekkede faaliyet yürütmüş olmalıdır. Ancak onun Amasya’da eğitim ve irşad faaliyetlerini yürüttüğü yer olarak Hâce Sultan Tekkesi gösterilmiştir. Bahsi geçen eserde bu tekke ve Cemâl Halvetî’ye tahsis edilmesi şöyle anlatılmaktadır: “Sultân Bâyezid Hân-ı sânî Amasya valisi iken Hâce-i Sultânî olan a’yândan Şemseddîn Ahmed Çelebi 880’de orada bir zâviye-i cesîme binâ ve yanında misâfirhâne ve matbah inşâ ve evkâf-ı kâfiye terk iderek nâmını ibkâ ve şeyhliğini kibâr-ı Halvetîyye’den Cemâlî-zâde eş-Şeyh Cemaleddîn Mehmed Çelebi Halîfe hazretlerine i’tâ itmişdir.”

Tokat ve Amasya’dan sonra onun İstanbul’a gittiğini ve tasavvufî faaliyetlerine orada devam ettiğini görürüz. Onun İstanbul’a gidişi, Amasya’da iken tanıştığı Şehzâde Bayezid’in padişah olmasıyla gerçekleşmiştir. Nitekim Şehzâde Bayezid İstanbul’da tahta oturup sultan olunca, Amasya valisi iken taht mücadeleleri sırasında desteğini gördüğü Cemâl Halvetî’yi İstanbul’a davet etmiştir. O da bu davete icâbet edip yüz kadar dervişiyle İstanbul’a gitmiştir. Cemâl Halvetî İstanbul’a gelince ilk önce bir süreliğine Gül Camiinde irşad faaliyetlerini sürdürmüş Gül Camii yakınındaki Kapıcıbaşı Mustafa Ağa’nın sarayında misafir olarak kalmıştır. Bir süre sonra Koca Mustafa Paşa, Yedikule Semtinde bulunan Kızlar Kilisesinin tadilatıyla birlikte oraya medrese, imaret, hücre ve diğer eklentileriyle büyük bir hankâh yaptırmıştır. Bu hankâhın yanına Cemâl Halvetî için bir de ev yapmış ve ona tahsis etmiştir. Cemâl Halvetî, irşad faaliyetlerini Koca Mustafa Paşa Dergâhı denilen bu hankâhta yürütmüştür. Vassâf’ın naklettiğine göre dokuz sene boyunca bu hankâhta yürüttüğü irşad faaliyetleri sırasında Sultan Bayezid de kendisini iki kez ziyaret etmiştir.

Cemâl Halvetî, İstanbul’da irşad faaliyetlerinde bulunduğu sıralarda büyük bir felaket yaşanmıştır. Kaynakların bir kısmı bu felaketi zelzele olarak açıklarken bir kısmı veba, bir kısmı da her ikisinin de olduğunu kaydetmiştir. Bu olay üzerine dua etmesi için Sultan Bayezid tarafından müritleriyle birlikte Hacca gönderilen Cemâl Halvetî, Tebük koruluğunda 903/1497 yılında vefat etmiştir. Vasiyeti üzerine hacıların geçiş yolu yakınlarına defnedilmiştir.

BAŞLICA HALİFELERİ
Aktif bir tasavvuf faaliyeti içinde bulunan Cemâl Halvetî, bu faaliyetlerinin yanında tarîkatın Anadolu’nun muhtelif yerlerinde yayılmasını sağlayan halîfeler yetiştirmiştir. Amasya’dan İstanbul’a gelirken yanında yüz kadar dervişi olduğu, İstanbul’da vuku bulan deprem ya da vebanın def’i için dua etmek üzere kırk dervişi ile birlikte çıktıkları hac seyahati ve Lemezât’ta geçen “Zâviyede ve mescidde itikâfta olan mürid ve dervişlerin dört- beş bin civarında olduğu” rivâyetlerinden onun çok sayıda mürid ve talebesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu derviş ve halîfelerden bir kısmını kendisi henüz hayatta iken Anadolu’da ve İstanbul’da irşad vazifesiyle görevlendirmiştir. Bunların en meşhuru kendinden sonra hankâhta yerine bırakacağı Şeyh Sünbül Sinan (ö. 936/1529)’dır. Lemezât’ta diğer seçkin dervişleri Kasım Çelebi (ö. 915/1509), Şeyh Sinan Erdebîli (ö. 951/1544) ve Şeyh Üveys Dede (ö. 930/1523-24) olarak kaydedilmiştir.

Bunların yanında, Cemâl Halvetî’nin, nerede faaliyet gösterdiği bilinmeyen Muhyiddîn b. Muhammed (ö. ?) adında bir müridi, Bursa’da faaliyet gösteren Selman Halîfe (ö.?), Bolu’da faaliyetlerini sürdüren Şeyh Hayreddîn Tokâdî (ö. 931/1525) ve daha önce hakkında bilgi verilen Bâyezid-i Rûmî (ö. 900/1494) isimli halîfeleri de vardır.

ESERLERİ
Cemâl Halvetî, velûd ve kalemi güçlü mutasavvıflardan biridir. Yahyâ-yı Şirvânî’nin yetiştirdiği halîfelerinin yanında, yazdığı eserler vesilesiyle de Halvetiyye’yi sistematik hale getirip tarîkatın ikinci pîri sayılması gibi Cemâl Halvetî de Halvetiyye Tarîkatı’na eserleriyle katkıda bulunmuştur. Cemâl Halvetî bu yönüyle Anadolu’da tarîkat kültürünün yayılmasında ve tanınmasında etkin bir rol oynamıştır. Kaynaklardan onun Arapça ve Farsçayı bildiği anlaşılmaktadır. Eserlerinde genellikle sûre ve âyetlerin iş’âri tefsir ve yorumları, kırk hadis geleneğinde olduğu gibi bazı hadislerin şerhi zikir ve uygulama şekilleri, besmele ve kelime-i tevhid, etvâr-ı seb’a, tarîkatın âdap ve erkânı gibi konulara yer vermiştir.

Cemâl Halvetî, tasavvuf ve tarîkatla ilgili ele aldığı konularda hikâyelerden istifade etmiştir. Bu sayede ayet ve hadisleri manzum bir şekilde verdiği konu veya kavramları hikâyeleştirmek suretiyle daha anlaşılır hale getirmiştir. Özellikle manzum eserlerinde rastlanan bu uygulama, onun anlatım gücünü göstermesinin yanında okuyucu için öğretici olmayı da dikkate aldığını gösterir niteliktedir. Örneğin “Hoca ile Tûtî’nin Hikâyesi”, “Musa’nın (a.s) Hikâyesi” bunlardandır.

Vassâf’ın Sefîne-i Evliyâ eserinde, “Ekserî lisân-ı tahkik u tasavvuftaki meleke-i kâmilelerine delâlet etmek üzere yirmiyi mütecâviz asâr-ı kıymet-dâr-ı kütüphâne-i irfâna zînet-bahşâdır. Türkî, Arabî ve Fârisî olanları vardır.” dediği Cemâl Halvetî’nin, Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere yirmi kadar eseri vardır. Tıbyân’da ise Harîrîzâde onun eserlerinden on dört tanesine yer verirken Bursalı Mehmed Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri adlı eserinde Cemâl Halvetî’nin yirmi bir parça eseri olduğunu söyler. Ancak bunların on sekiz tanesini zikreder.

Serhan Tayşî onun tasavvuftan başka tefsir ve hadisle de meşgul olduğunu ve aynı zamanda şair olduğunu belirttikten sonra yirmi eserini nakletmiştir. Tahsin Yazıcı ise Arapça ve Farsça bildiğini belirttiği Cemâl Halvetî’nin yirmiyi aşkın eseri olduğunu ancak bunların on altısının isminin bilindiğini kaydetmiştir. Bu on altı eserin de kütüphanelerde düzenli bir katalog yapılmadığı için nerelerde olduğunun bilinmediğini belirterek eserlerin isimlerine yer vermiştir. Cemâl Halvetî’nin eserleri genel itibariyle tespit edilmiş olmakla birlikte, bazen eserlerinin sayısının ve isimlerinin farklılık arz ettiği görülmüştür. Bunun nedeni olarak, farklı kaynaklarda verilen eser isimlerinin birbirini tutmadığı, bazen Cemâl Halvetî’ye ait olmayan bir eserin ona atfedildiği bazen de ona ait eserlere yer verilmediği, bundan dolayı da Cemâl Halvetî’nin eserlerinin sayısıyla ilgili kesin bir rakam söylemenin mümkün olmayacağı söylenebilir.

Yukarıda zikredilen kaynaklardaki eser isim ve sayılarının birbirini tutmaması ve kimi eserlerin ona aitmiş gibi gösterilmesi gibi nedenlerden dolayı biz burada öncelikle yukarıda zikrettiğimiz ilk üç kaynakta geçen eserlerin ortak olanlarını ve daha sonra her birinde ayrıca yer alanları sıralayacağız. Ardından yazmalardan ulaşabildiğimiz eserleri vereceğiz. Şimdi bu üç kaynakta geçen eserleri verelim: Tefsîru Sûre-i Fâtiha, Tefsîru Âyete’l-Kürsî, Tefsîru Min Sûreti’d-Duhâ ilâ Âhiri’l-Kurân, Şerh-i Hadîs-i Erbaîn-i Kudsî, Şerh-i Hadîs-i Erbaîn-i Nebevî, Risâle fî-Beyâni’l-velâye, Câmiatü’l-Esrâr ve’l-Garâib, Esrâru’l-Vudû, Şerh-i Sad-kelime-i Sıddîk-ı Ekber, Cevâhirü’l-Kulûb, Risâle-i Teşrîhıyye, Risâlei- Fakriyye, Risâle-i Cenk-nâme, Şerh-i Sad-kelime-i İmâm Ali el-Müsemmâ bi-reydetü’l-Esrâr, Risâle fi Şerhi İsneyni A’zameyn Rahmân ü Rahîm, Şerhu Beyteyni’ş-Şeyhi’l-Ekber, Risâle fi-Beyâni’l-Merâtib ve’l-Etvâr, Şerh-i Ba’z-ı Ebyât u Rubâiyyât, Etvâr-ı Seb’a, Şerhi- Hadîs-i Erbaîn, Şerh-i Ebyât-ı Mübeyyineti’l-Esrâr, Resâil fi Tefsîri Âyâtin mine’l-Kurân, Nüzhetü’l-Esrâr, Envâru’l-Kulûb, Resâil fi Şerhi Akvâli Bazı’l-Ekâbir, Risâletü Esrâri’l-Kulûb, Risale-i Kevseriyye.

Yazmalardan ulaşabildiğimiz eserleri ise maddeler halinde şu şekildedir:

  1. Risâle-i Te’vîlu Ra’sü Külli Hatîetin
  2. Şerh-i Sad Kelime-i Sıddîk-ı Ekber
  3. Risâle-i Kevseriyye
  4. Kitâbu’n-Nûriyye ve Kevkebüd’Dürriyye
  5. Esrâru’l-İlahiyye
  6. Risâle Fi İsmeyni’l- A’zameyn
  7. Kitâbu Habbeti’l-Mahabbe
  8. Esrâru’l-Vudû ez-zâhiriyye ve’l-ma’neviyye
  9. Envâru’l-Kulûb
  10. Faslun fî Âdâbi’z-Zikr
  11. Risâle-i Nusratiyye
  12. Risâletü’r-Rahîmiyye
  13. Sirâcü’s-Sâlikîn Minhâcü’t-Tâlibîn
  14. Tefsîr-i Sûre-i Fâtiha
  15. Şerhu Erbaîne Hadîsen Kudsiyyen
  16. Te’vîlât’ü Erbaîne Hadîsen
  17. Şerh-i Hadîs-i Erbaîn-i Nebevî
  18. Te’vîlâtü Erbaîne Hadîsen Mine’l-ehâdîsi’n-Nebeviyye
  19. Sirâcü’l-Kulûb
  20. Şerh-u Ebyât
  21. Dîvançe
  22. Cevâhiru’l-Kulûb
  23. Çenknâme
  24. Risâle-i Teşrihiyye
  25. Risâle-i Fakriyye
  26. Risâle-i Sûfiyye
  27. Risâle-i Etvâr-ı Seb’a

TASAVVUF ANLAYIŞI
Cemâl Halvetî’nin tasavvuf anlayışını ortaya koyabilmek için daha önce Pîr Muhammed Bahâeddîn Ezincânî’nin tasavvufî kişiliğini ele alırken yer verdiğimiz kaydı burada kısaca zikredelim. Hulvî’nin naklettiğine göre Şeyh Sinan Erdebîlî’nin, Ömer Rûşenî’ye rüyasını anlattığı olayda Ömer Rûşenî, bazı tasavvufî hususiyetlerin bazı kişilere verildiğinden bahsetmiş, kendisine aşkın, Alâeddîn’e cezbenin, Molla Habib’e zühdün, Pîr Şükrüllah’a takvanın, Şeyh Sinan’a ilmin ve Üveys Dede’ye melâmiyyenin verildiğini belirtmiştir. Aynı konuşmada Pîr Muhammed Bahâeddîn Erzincânî’ye ve Çelebi Halîfe’ye irfanın verildiğinden bahsetmiştir. Dolayısıyla bu ifadeden Cemâl Halvetî’nin tasavvufî yönünün irfan odaklı olduğunu anlamak mümkündür.

Hulvî onun tasavvufî yönüne ilişkin zikrettiği “yakîn nurlarının uzlaştırıcısı, mürşidlerin mert ve emini, hidâyet ehlinin seçkini, akıl sahiplerinin imamı ve nefis yolunun mücâhidi” ifadeleri bile başlı başına onun âlim, âbid, sûfî ve ârif bir zât olduğunu göstermektedir. Bunun yanında eserleri, eserlerinde ele aldığı konular ve yetiştirdiği halîfelerinin eserleri ve görüşleri, onun tasavvuf anlayışını ortaya çıkarmaktadır. Taşköprülüzâde’nin kaydettiklerinden onun dünya malına önem vermeyen, hak ârifi bir zât ve zühd anlayışlı bir sûfî olduğu anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi Cemâl Halvetî, ilk olarak fıkhî donanımını ikmal etmiş, Kur’ân ve sünnetin doğru anlaşılması için tefsir ve hadisle ilgili pek çok risale telif etmiştir. Ardından fıkhın mânevî-bâtınî yönünü anlatmak için tasavvufa gönül vermiştir. Eserlerinden anlaşıldığına göre o, Halvetiyye Tarîkatı’nın esaslarından biri olan zikre büyük önem vermiştir. Zikirle ilgili telif ettiği eserinde zikrin on yedi şartı olduğunu belirtmiş ve bu şartları sıralamıştır. Bunun yanında Sirâcü’l-Kulûb adlı eserinde tevbe, inabe, ubûdiyyet, cihad ve mücâhede, zühd, vera’ gibi kavramları ele alırken Risâle Fi İsmeyni’l- A’zameyn adlı eserinde tevekkül, tefekkür, manevî seyr, vecd, marifet, seha, gurbet, sıdk, ilm, ihlas, sabır, rıza, hayr, ihsan, terk-i dünya, havf, fenâ ve havf gibi tasavvufî kavramları ele alır. Ayrıca o, bir şeyhin nasıl olması gerektiğini tarif ederken şeyhin, yukarıda zikredilen kavramları bilmesi gerektiğini, bunları bilmeyenin şeyh olamayacağını belirtir.

Onun tasavvuf anlayışında etvâr-ı seb’a geleneğinin önemli bir yeri vardır.  Bunun için eseri olan diğer Halvetî şahsiyetlerde olduğu gibi nefsin terbiye edilmesi gerektiği hususunda bir yöntem olan etvâr-ı seb’a içerikli risâleler yazmıştır. Cemâl Halvetî, Risâle-i Etvâr-ı Seb’a adlı eserinde seyr ü sülûkun makamları olan “seyr ilallah”, “seyr lillah”, “seyr alellah”, “seyr maallah”, “seyr fillah”, “seyr anillah” ve “seyr billah” makamlarını izah etmiş ve kalbin yedi tavrını açıklamıştır. Bununla ilgili bir risâle telif etmenin yanında diğer eserlerinin bazılarında da bu konuya temas etmiştir.

Görüldüğü gibi Cemâl Halvetî, zikir, halvet, nefis terbiyesi gibi Halvetiyye’nin esasları olan kavramlara önem vermiş, seyr ü sülûkun yedi tavır üzere olacağını belirtmiştir. Bunun yanında o, bir şeyhin taşıması gereken vasıfları da sıralayarak tasavvufî birtakım kavramları bilmeyen birinin şeyh olamayacağını söylemiştir.

TESİRLERİ
Cemâl Halvetî’nin tesirlerine bakılacak olursa, Halvetiyye Tarîkatı’nın ana kollarından biri kendisine atfedilecek kadar önemli bir şahsiyet olduğu görülür. Vassaf’ın “zamanının Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’si” olarak nitelemesi bile onun ne denli etkin bir şahsiyet olduğunu ortaya koyması bakımından kâfidir. Bununla birlikte ona atfedilen Cemâliyye kolu, Halvetiyye Tarîkatı’nın dört ana kolundan biri olup bu koldan dört alt kol, bu alt kollardan da ondan fazla şûbe meydana gelmiştir.

Cemâl Halvetî, eser yazmak ve halîfe yetiştirmek suretiyle Halvetiyye Tarîkatı’nın yaygınlık kazanmasına önemli ölçüde katkı sağlamıştır. Ancak onun Halvetiyye Tarîkatı’na olan tesiri bununla sınırlı değildir. Onun tasavvuf tarihi ve Anadolu’da gelişen tasavvufî düşünce açısından belki de en önemli özelliği Halvetiyye Tarîkatı’nı İstanbul’a taşıması ve oradaki ilk büyük temsilcisi olmasıdır.

Cemâl Halvetî, İstanbul’a gelir gelmez faaliyetlerine başlamış, Fatih Camii civarındaki Gül Camii’nde halkı vaaz ve irşad ile meşgul olmuştur. Burada yetiştirdiği halîfelerini çeşitli yerlere göndererek tarîkatı yaymalarını sağlamıştır. Ancak onun İstanbul’da en yoğun faaliyetlerini Koca Mustafa Paşa’nın kendisine tahsis ettiği ve yine aynı adla tanınan dergâhta yaptığı söylenebilir. Hafız Hüseyin Ayvansarâyî’nin naklettiğine göre Cemâl Halvetî, Koca Mustafa Paşa Dergâhı’nın ilk şeyhidir. Ayrıca toplu olarak yapılan Halvetî zikrini İstanbul’da ilk defa icrâ eden Halvetî şeyhidir. Bu dergâh, kurulduğu andan itibaren bir okul gibi işlemiş, buradan pek çok derviş yetişmiştir.

Halvetiyye Tarîkatı’na getirmiş olduğu yeniliklere bakılacak olursa, Cemâl Halvetî, genel itibariyle tarîkatın esaslarına bağlı kalmakla birlikte bazı furu’ denilen konularda farklılıklar ihdas etmiştir. Halvetiyye’de zikir adâblarından olan kıbleye karşı oturmak, diz çökmek, kalpten masivayı temizlemek, zikirden önce tövbe etmek, tövbenin ardından salavât okumak, yalnız Allah’ı düşünerek tam kuvvetle ve tes’îd ile göbeğinin üstünden ve iki yanı arasındaki nefsinden başını sağ omzuna çevirerek “Lâ ilâhe” dedikten sonra, göğüs kemikleri arasındaki etten olan kalbine bitiştirip ve başını sol tarafa eğerek “illâllah” diyerek zikretmek, esmâ zikrini sırasıyla yapmak kural olarak benimsenmiştir.

Cemâl Halvetî ise bahsi geçen kurallara ek olarak bu zikrin nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili tarîkatın genel kurallarına benzemekle birlikte bazı şartları, daha belirgin hale getirmiştir. Zikre başlamadan önce gusül ve abdest almak, kıbleye karşı bağdaş kurarak oturmak, hal ve rayiha olarak (görüntü ve koku) temiz elbise giyinmek, karanlık bir mekânı tercih etmek, melekler ve cinler için hoş kokularla zikir meclisini temizlemek, iki göğsünü iki uyluğunun arasına almak, gözlerini kapatmadan önce olduğu gibi teveccühü iki gözü arasında olmakla beraber iki gözünü kapatmak, “Önce arkadaş, sonra tarik!” denildiği için tarîkatta arkadaşı olsun diye şeyhinin hayalini iki gözünün arasında tahayyül etmek, zikrin başlangıcında şeyhin himmeti için kalbiyle istimdad etmek,  şeyhden istimdadın Nebî’den istimdat olduğunu bilmek, her defasında kalbe zikrin manasının doğmasına özen göstermek bu şartlardandır. Mürid, beşerî özelliklerinin ağır bastığı ve vesveseye maruz kaldığında dil ile “Lâ ilâhe illâllah”, kalbi saflaştığı zamanda “Lâ mabûde illâllah”; zevk, şevk gibi marifetler taleb ettiği zaman, “Lâ matlûbe illâllah”; havatırın tamamı sona erdiği zaman, müşahedesinden dolayı “Lâ mevcûde illâllah” der. “Kişi, Allah dediği zaman, başından ayak parmağına kadar titremesi lazım.” denildiği gibi “İllâllah’ın tesirinin kalbe yerleşmesi ile “Lâ ilâhe” ile Allah’tan başka her mevcûdu kalpten nefyetmek, kendi ihtiyarı ile sustuğu vakit, sükûn ve zikrin virdlerine mülâki olan kalbiyle huzur bulmak, Cemâl Halvetî’nin belirginleştirdiği kâidelerden bazılarıdır.

Bunun yanında daha önce de bahsedildiği gibi Cemâl Halvetî, sıkı bir halvet uygulayıcısı olarak bilinmektedir. Kaynaklar Cemâl Halvetî’nin sâliklere uyguladığı halvetin son derece ağır olduğunu nakleder. O, Koca Mustafa Paşa Dergâhında uyguladığı riyâzet, mücâhede ve halveti oldukça sert bir şekilde tatbik etmiştir. Lemezât’ın ifadesine göre, dervişlerin bazısının odalarına ilmekli ip asıp bu ipi dervişlerin boğazına taktığı, eğer derviş gaflete düşer de uyursa, boğulma tehlikesi meydana geleceği belirtilmiştir. Yine aynı eserde halvet süresince on günde bir iftar yaptırdığı da nakledilmiştir.

Kaynakça

  • ABDİZÂDE, Hüseyin Hüsâmeddîn Efendi; Amasya Tarihi, Haz.: Mesut Aydın, Amasya Belediyesi Kültür Yayınları, Amasya, 2004.
  • ÂLÎ, Gelibolulu Mustafa; Künhü’l-Ahbar, c. II, Fatih Sutan Mehmed Devri, Çev.: M. Hüdai Şentürk, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 2003.
  • ANONİM, Silsile-i Tarîkat-i Halvetiyye-i Şemsiyye, Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar Bölümü, 05223-003.
  • ANONİM, Şecere-i Tarîkât-ı Aliyye-i Halvetiyye ve Nakşiyye ve Kādirîyye ve Üveysiyye ve Enveriyye ve Ezheriyye, Süleymaniye Kütüphanesi, Tercüman Bölümü, 00272.
  • AŞKAR, Mustafa; “Bir Türk Tarîkatı Olarak Halvetiyyenin Tarihi Gelişimi ve Halvetiyye Silsilesinin Tahlili”, Ankara Ünv. İlâhiyat Fakültesi Dergisi, c. XXXIX, ss. 535-563.
  • AYDIN, İbrahim Hakkı; “Molla Fenârî”, DİA, c. 30, TDV Yayınları, İstanbul, 2005, ss. 245-247.
  • AYİŞ, Mehmet Şirin; “Sünbül Sinan’ın İlmî ve Tasavvufî Kişiliği”, Uluslararası Amasya Âlimleri Sempozyumu Bildiriler Kitabı-I, Ed.: Şuayip Özdemir- Ayşegül Gün, Amasya, 2017, ss. 647-655.
  • AYVANSARÂYÎ, Hafız Hüseyin; Hadîkatü’l-Cevâmi’, Haz.: Ahmet Nezih Galitekin, İşaret Yayınları, İstanbul, 2001.
  • AYVANSARÂYÎ, Hafız Hüseyin; Mecmuâ-i Tevârih, Haz.: Fahri Ç. Derin-Vahit Çabuk, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1985.
  • BANDIRMALIZÂDE, Ahmed Münib, Mir’atü‘t-Turuk, Celil Efendi Matbaası, İstanbul, 1306.
  • BURSALI, Mehmet Tahir Efendi; Osmanlı Müellifleri, (I. Cilt), Haz.: A. Fikri Yavuz- İsmail Özen, Meral Yayınları, İstanbul, ?
  •  Osmanlı Müellifleri, (II. Cilt), Haz.: A. Fikri Yavuz- İsmail Özen, Meral Yayınları, İstanbul, 1972.
  • Osmanlı Müellifleri, (III. Cilt), Haz.: İsmail Özen, Meral Yayınları, İstanbul, 1975.
  • CÂMÎ, Molla Nefahâtü’l-Üns Min Hadarâti’l-Kuds, Tercüme ve Şerh: Mahmud Lâmiî Çelebi, Sad.: Abdulkadir Akçiçek, Huzur Yayınevi, İstanbul, 2016.
  •  CEYHAN, Semih; Üç Pîr’in Mürşidi, İsam Yayınları, İstanbul, 2015.
  • ÇAKMAK, Muharrem; “Türk Mutasavvıf Şairi Cemâl Halvetî”, Ekev Akademi Dergisi, 2003, Y. 7, S. 16, ss. 181-196.
  • ÇAKMAK, Muharrem; Anadolu’da Halvetîlik Cemâl Halvetî ve Cemâliyye, Huzur Ciltevi, Malaya, 2015.
  • EFENDİ, Hoca Sadettin; Tâcü’t-Tevârih, Haz.: İsmet Parmaksızoğlu, c. 2-5, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1979.
  • ERZİNCÂNÎ, Pîr Muhammed Bahâeddîn; Makâmâtü’l-Ârifîn ve Maârifü’s-Sâlikîn, Manisa İl Halk Ktp., Eski Eserler, nr. 1308/1, vr. 1a-22b.
  • FUADÎ, Ömer; Risale Fî Beyân-ı Fezâil-i İtikâf ve Halvet, Süleymaniye Kütüphanesi, (Esad Efendi Bölümü), 01734-005.
  • GIRNATEVÎ, Muslihiddîn el-Arabî et-Tâ’î el-Endülüsî; İstivâ-yı Tarîk-i Muhammediyye fî Silsileti’l-‘Aleviyye, Manisa İl Halk Ktp., nr. 1220/1, vr. 1b-58b.
  • HALVETÎ, Cemâl; Cevâhiru’l-Kulûb, Milli Ktp., Yazmalar, nr. A 3264, vr. 1b-54a.
  • Sirâcü’s-Sâlikîn Minhâcü’t-Tâlibîn, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 686, vr. 106b-112b.
  • Çenknâme, Milli Ktp., Yazmalar, nr. A 3264, vr. 54a-68a.
  • Dîvançe, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi Bl., nr. 2709, vr. 179b- 185b.
  • Envâru’l-Kulûb, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 686, vr. 163b- 171a.
  • Esrâru’l-İlahiyye, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 686, vr. 65b-75a.
  • Esrâru’l-Vudû e’z-Zâhiriyye ve’l-Ma’neviyye, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 686, vr. 172b-177b.
  • Fasl fî Âdâbi’z-Zikr, Süleymaniye Ktp., Tahir Ağa Bl., nr. 142, vr. 62b-64a.
  • Kitâb-ı Habbeti’l-Mahabbe, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 686, vr.11a-21a.
  • Kitâbu’n-Nûriyye ve Kevkebüd’Dürriyye, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 686, vr. 2b-9a.
  • Risâle Fi İsmeyni’l- A’zameyn, Süleymaniye Ktp., Tâhir Ağa Bl., nr. 142, vr. 64a- 66a.
  • Risâle-i Etvâr-ı Seb’a, Milli Ktp., Yazmalar, nr. A 3264, vr. 138b- 156b;
  • Risâle-i Fakriyye, Milli Ktp., Yazmalar, nr. A 3264, vr. 82b-114a.
  • Risâle-i Kevseriyye, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 686, vr. 42b-50a.
  • Risâle-i Nusratiyye, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 686, vr. 184b- 191b.
  • Risâle-i Sûfiyye, Milli Ktp., Yazmalar, nr. A 3264, vr. 114a- 134a.
  • Risâle-i Teşrihiyye, Milli Ktp., Yazmalar, nr. A 3264, vr. 68a-82b.
  • Risâletü’r-Rahîmiyye, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 686, vr. 178b–183b.
  • Sirâcü’l-Kulûb, Süleymaniye Ktp., Carullah Efendi Bl., nr. 1084, vr. 97b-105a.
  • Şerh-i Hadîs-i Erbaîn-i Nebevî , Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 686, vr. 152b-163a.
  • Şerh-i Sad Kelime-i Sıddîk-ı Ekber, Süleymaniye Ktp., Cârullah Efendi Bl., nr. 1525.
  • Şerhu Ebyât, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 163, vr. 1b.
  • Şerhu Erbaîne Hadîsen Kudsiyyen, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 686, vr. 126b-136b.
  • Te’vîlât’ü Erbaîne Hadîsen, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 686, vr. 138b-151a.
  • Te’vîlâtü Erbaîne Hadîsen Mine’l-ehâdîsi’n-Nebeviyye, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 686, vr. 50b-65b.
  • Tefsîr-i Sûre-i Fâtiha, Süleymaniye Ktp., Lala İsmail Efendi Bl., nr. 686, vr. 22b-39b.
  • HALVETÎ, İbrahim Hâs, Tezkiretü’l-Hâs (Erenler Kitabı), Haz.: Mustafa Tatçı vd., h Yayınları, İstanbul, 2017.
  • HİLMİ, Hocazâde Ahmed; Evliyâ’nın Yolunda (İstanbul Evliyâları), Çev. ve Sad.: Mehmet Emin Gerger, Gerger Yayınları, İstanbul, 2016.
  • HULVÎ, Mahmud Cemaleddîn; Lemezât-ı Hulviyye ez-Lemeât-ı Ulviyye, 2. Baskı, Haz.: Mehmet Serhan Tayşi, Semerkant Yayınları, İstanbul, 2013.
  • KARA, Mustafa; Bursa’da Tarîkatlar ve Tekkeler, Bursa Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Bursa, 2012.
  • KARAMÂNÎ, Habîb; Risâle-i Makâmâtü’s-Sülûk, Süleymâniye Ktp., Esat Efendi Bl., nr. 1321, vr. 1a-51a.
  • KEMÂLEDDİN, Harîrîzâde M.; Tibyânü vesâʾili’l-Hakâik fî Beyâni Selâsili’t-Tarâ’ik, Süleymaniye Kütüphanesi, İbrahim Efendi Bölümü, Nr. 430.
  • KONYALI, İbrahim Hakkı; Âbideleri ve Kitâbeleri İle Niğde Aksaray Tarihi, c. 1, Fatih Yayınevi Matbaası, İstanbul, 1974.
  • KÜÇÜKDAĞ, Yusuf; Cemali Ailesi, Aksaray Belediyesi Kültür Yayınları, Aksaray, 2017.
  • II. Bayezid Yavuz ve Kanuni Devirlerinde Cemâlî Ailesi, Aksarayî Vakfı Yayınları, İstanbul, 1995.
  • Piri Mehmet Paşa, Aksaray Belediyesi Yayınları, Aksaray, 2017.
  • LA’LİZÂDE, Abdülbâki; Sergüzeşt, Süleymaniye Kütüphanesi., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2456, vr. 128a-131a.
  • MECDÎ, Mehmet Efendi, Hadâiku’ş-Şakâık, (Şakâık-ı Nu’mâniyye ve Zeyilleri), Haz.: Abdulkadir Özcan, Çağrı Yayınları, c. 1, İstanbul, 1989.
  • ÖNGÖREN, Reşat; Osmanlılar’da Tasavvuf Anadolu’da Sûfîler, Devlet ve Ulemâ XVI. Asır, 3. Baskı, İz Yayıncılık, İstanbul, 2012.
  • ÖZ, Mustafa; “Cemâleddîn Aksarâyî”, DİA, c. 7, TDV Yayınları, İstanbul, 1993, ss. 308-309.
  • POLAT, Murat; “Cemâl El-Halvetî’nin Esrâru’l-Vudû Adlı Risalesi Bağlamında Fıkıh-Tasavvuf İlişkisi”, Dergiabant (AİBÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi), Güz, 2018, c. 6, S. 12, ss. 479 – 497.
  • SARI, Abdullah Efendi, Semerâtü’l-Fuâd, Çev.: Yakub Kenan Necef Zade, Neşriyat Yurdu, İstanbul, 1967.
  • SARIOĞLU, Leylâ Alptekin; Cemâl Halvetî’nin Tasavvufî Mesnevîleri, YDT, İstanbul Ünv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2013.
  • SERİN, Rahmi; İslam Tasavufunda Halvetîlik ve Halvetîler, Petek Yayınları, İstanbul, 1984.
  • SUZİ Ahmed Efendi; Silsile-i Pîr-i Meşâyihi’l-Halvetiyye, Süleymaniye Kütüphanesi, Osman Huldi Bl., 00063-003.
  • SÜREYYA, Mehmed; Sicill-i Osmanî (Osmanlı Ünlüleri), Çev.: Seyit Ali Kahraman, c. 2, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1996.
  • TAŞKÖPRÜLÜZÂDE İsâmuddîn Ebu’l- Hayr Ahmed Efendi; eş- Şakâiku’n-Nu’mâniyye fî ulemâi’d- Devleti’l- Osmâniyye, Lidâr’al Kitâbu’l- Arabî, Beyrut, 1975.
  • Osmanlı Bilginleri (eş- Şakâiku’n-Nu’mâniyye fî ulemâi’d- Devleti’l- Osmâniyye), Çev.. Muharrem Tan, İz Yayıncılık, İstanbul, 2007.
  • TAYŞÎ, Mehmed Serhan; “Cemâl Halvetî”, DİA, c. 7, TDV Yayınları, İstanbul, 1993, s. 302.
  • “Cemâl Halvetî”, DİA, c. 7, TDV Yayınları, İstanbul, 1993, ss. 302-303.
  • “Cemâliyye”, DİA, c. 7, TDV Yayınları, , İstanbul, 1993, s. 318.
  • “Halvetiyye”, DİA, c. 34, TDV Yayınları, İstanbul, 2007, s. 65.
  • ULU, Mahmut; Ulu Şeyh Cemâleddîn Aksarâyî Hayatı ve Eserleri, 2. Baskı, Aksaray Valiliği Kültür Yayınları, Aksaray, 2016.
  • VASSÂF, Osmânzâde Hüseyin; Sefîne-i Evliyâ (1-5. Ciltler), Haz. Mehmet Akkuş, Ali Yılmaz, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2006.
  • VELİKAHYAOĞLU, Nazif; Sümbüliyye Tarîkatı ve Koca Mustafa Paşa Külliyesi, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2000.
  • VİCDÂNİ, Sâdık; Tomâr-ı Turûk-u ‘Aliyye (Tarîkatlar ve Silsileleri), Yay. Haz.: İrfan Gündüz, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1995.
  • YAKUB, Yusuf b.; Menâkıb-ı Cemâl Halvetî, Milli Kütüphane, Yazmalar A1724.
  • Tezkire-i Halvetiyye, Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi Bölümü, No: 1372.
  • YAZICI, Tahsin; “Fetihten Sonra İstanbul’da İlk Halvetî Şeyhleri: Çelebi Muhammed Cemâleddîn, Sünbül Sinan ve Merkez Efendi”, Tasavvuf Kitabı, Haz.: Cemil Çiftçi, Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2003, ss. 105-138.

Madde Yazım Bilgileri
Yazar:
Dr. Öğr. Üyesi Mahmut ULU
Anahtar Kelimeler: Cemâl Halvetî, Mutasavvıf, Şâir, Halvetiyye, Cemâliyye.