Dânişî Şâban Efendi
(d. ?/ ö. h. 1061/m. 1651’den sonra)
17. asırda yaşamış Aksaraylı âlim, şair ve yazar
17. asırda ve sonraki zamanlarda meydana getirilmiş şuara tezkireleri, Şakāyiku’n-Nu’mâniye… zeyilleri, Keşfü’z-zunûn… ve zeyilleri, Sicill-i Osmânî, Osmanlı Müellifleri gibi belli-başlı biyografik, bibliyografik kaynaklarımızda adına rastlanmayan âlim, şair ve yazarlarımızdan biridir. Onun hayatı ve bir eseri hakkında, hemşehrisi ve çağdaşlarından Seyyid Hasan Rızâî’nin, Aksaraylı salih insanlara dair yazdığı Nüzhetü’l-ebrâr… adlı Arapça kitapçığında bilgi bulunmaktadır.
Şâban bin Mustafa bin Mehmed, 17. asırda yaşamış Aksaraylı âlim, şair ve yazarlardan biridir. Mustafa adlı bir kişinin oğlu ve Mehmed (Muhammed) isimli bir zatın torunu olan Şâban, babasının (Mustafa) adından ötürü çevresinde “Mim-zâde” (M’nin oğlu) diye tanınırdı. Onun Aksaray’da doğduğu bilinmekte; fakat hangi tarihte dünyaya geldiği kesin olarak bilinmemektedir. Kendisi, h. 1061/ m. 1651 yılında derleyip tercüme ettiği hadîs-i erbaîn(kırk hadis)in mensur başlangıcında, Müslümanların “beldeler(i) içinde benzeri yaratılmamış”, Allah’ın birliğine inanan insanların kaleleri arasında Şam ve Bağdad’ı kıskandıracak güzellikte olan zafer yeri Aksaray’da doğduğunu ve aslen orada oturduğunu belirtir.
Şâban bin Mustafa’nın elimizde bulunan eserlerini h. 1052/ m. 1643, h. 1057/ m. 1647 ve h. 1061/ m. 1651 yılında meydana getirdiğine bakılarak 16. asrın sonlarında veya 17. asrın başlarında doğduğu tahmin edilebilir. Onun öğrenim hayatına dair çokça bilgi yoksa da eserleri, Arapça ve Farsça bildiğini, İslâmî ilimleri tahsil ettiğini göstermektedir. Kendisinin Nesrü’l-leâlî tercümesinin başlangıcında, “min evân-ı tahsîli’l-ilmi’l-asîl”, yani esas ilim tahsili çağından söz açması, sonra h. 1052/ m. 1643 yılında Konya’da şer‘î hükümlerle uğraştığını ifade etmesi, ilmiye mesleğine mensup olduğunu, kadılık veya müderrislik ettiğini düşündürmektedir. Buradan hareketle şairin çocukluk ve gençlik yıllarında mahallî hoca ve mekteplerde okuduğunu, onun ardından medreselere devam edip icazet aldığını, sonra kadılık veya müderrislik mesleğine girdiğini söylemek, yanlış olmayacaktır. Şâban bin Mustafa’nın şiirlerinde kullandığı “Dânişî” mahlası da ilimle alâkasını göstermekte ve ilmiye mesleğine mensup olduğunu düşündürmektedir. Onun Nesrü’l-leâlî’yi 1643 yılında şeyhülislâmlık makamında bulunan kişi için uygun bir hediye olmak üzere tercüme etmeyi kararlaştırması da mesleğiyle alâkalı bu kayıtları doğrulayıcı görünmektedir. Osmanlı tahtında Sultan İbrâhim’in oturduğu bu senede, şeyhülislâmlık makamında, tanınmış divan şairlerinden Yahyâ Efendi (h. 969-1053/ m. 1561-1644) bulunuyordu. Şâban bin Mustafa, Hz. Ali’ye ait 280 kadar Arapça sözü elifba harfleri sırasına göre ihtiva eden Nesrü’l-leâlî isimli derlemeyi nazmen Türkçeye çevirip Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’ye iletmeyi düşünmekte; böylece onun alâka ve iltifatına erişmeyi ummaktadır.
Hemşehrisi Hasan Rızâî’nin Nüzhetü’l-ebrâr… adlı Arapça eserinde Dânişî hakkında verdiği bilgiler, şairin hayatına dair kendi eserlerinden çıkarılan bu tespit ve tahminleri teyit etmektedir. Hasan Rızâî, adı geçen eserinde Dânişî’yi “Şair âlim Şâban Efendi” diye vasıflandırır ve bu başlığın ardından “Zahirî bilgilerde kuvvetli, ilim ehli ve eser sahibidir; Hz. Ali’nin (Allah onun yüzünü ağartsın) sözleri konusunda tercümesi vardır” manasında tanıtır. Yine Aksaraylı Rızâî, Müftü Hüseyin Efendi’nin Şâban bin Mustafa’yı “kazasker” diye adlandırdığını ifade eder ki, bu kayıt da –eğer iğneleme gibi bir maksat taşımıyorsa- şairin çevresinde ilmiyle takdir edilen bir kişi olduğunu gösterir.
Evlilik çağına geldiğinde evlenen Şâban Efendi’nin Mustafa adlı bir oğlu vardır. Dedesinin ismiyle adlandırılan Mustafa Çelebi, babası gibi ilmiye mesleğini seçerek müderris olmuştur. Dânişî’nin “Derviş Mehmed” isimli bir oğlunun daha olduğu bilinmektedir. Konya ve Sakız’da kadılık eden Şâban Efendi, birçok gün, yerine “Husrev Paşa imamı” diye tanınan Mustafa Efendi’yi (ö. h. 1057/ m. 1647) naip (vekil) olarak bırakır; kendisi Aksaray’da isteyenlere ilim öğretirdi. Mustafa Efendi, 1641 Ağustos’u ile Mart-Nisan 1643 tarihleri arasında Konya kadısıydı. Hayli verimli sayılabilecek bir şair ve yazar olan Aksaraylı Seyyid Hasan Rızâî de Şâban Efendi’den bazı bilgiler edinmiş; ayrıca hat dersi alarak “tâlik” adı verilen yazı türünü öğrenmiştir.
Dânişî’nin kırk hadis derlemesinden, h. 1061/m. 1651 yılında hayatta olduğu anlaşılmakta; fakat nerede ve hangi tarihte vefat ettiği bilinmemektedir. Kendi ifadelerinden tahminen çıkarıldığına göre, yazar, bu kırk hadis çevirisini ömrünün son zamanlarında, ahiret hazırlığını artırmak niyetiyle meydana getirmiştir. Onun hadîs-i erbaîn tercümesinin başlangıcında, değerli ömür sermayesinin avarelikle geçen günlerini ve cehaletle boşa giden zamanlarını üzülerek hatırlayışından bahsetmesi, sonra Hz. Ali’ye ait “Ömrünün başında kaçırdığını sonunda ele geçir!..” sözünü anarak az ömürde çok ibadet tahsiline başladığını söylemesi, bu bakımdan manalı görünmektedir. Mütercimin bu cümlelerinden, kırk hadisi tercüme ettiği sırada yaşlı, dolayısıyla ömrünün son zamanlarında olduğu anlaşılmaktadır.
Dânişî Şâban Efendi’nin Eserleri: Dânişî Şâban bin Mustafa’nın tercüme yoluyla meydana getirdiği üç eseri bulunmaktadır. Aksaraylı Dânişî Efendi, bu eserlerinin yer aldığı mecmuanın başlarında (vr. 27b-32a) Hz. Peygamber’e salâvat getirmenin faziletleri konusundaki kırk hadisi, kısaca “el-Müstetraf” adıyla anılan eserden naklen yazmıştır. Kendisi bu hadisleri el-Müstetraf’tan aynen naklettiği ve Türkçeye çevirmediği için, bir kâtiplik, başka bir deyişle kopya edicilik vazifesi görmüştür. Aynı mecmuada bulunan ve Dânişî Şâban Efendi tarafından tercüme yoluyla meydana getirilen üç eser, tamamlanış tarihlerine göre şunlardır:
Nesrü’l-leâlî Tercümesi: Dânişî Şâban bin Mustafa, Arap, Fars ve Türk edebiyatında “Nesrü’l-leâlî” adıyla meşhur kitapçığı, h. 1052 (m. 1643) yılında Konya’da Türkçeye tercüme etmiştir. Şiî âlimlerden Tabersî’nin (ö. h. 548/ m. 1154) Hz. Ali’ye nispet edilen bilgece sözler arasından 280 kadar cümleyi seçerek elifba harfleri sırasına göre dizdiği ve bu metne “Nesrü’l-leâlî” (İnci Saçısı) adını verdiği bilinmektedir. Anılan derleme, Türk edebiyatı tarihinde 15. asırdan itibaren Kāsım, Hâfız, Alî Şîr Nevâî, Mâtemî, Vâhidî, Latîfî, Rıhletî gibi şairler tarafından nazmen defalarca çevrilmiştir. Seleflerinin izinden giden Dânişî, devrin şeyhülislâmına ithaf etmek niyetiyle meydana getirdiği tercümesine 1052 Zilka’desinin birinci gününde (21 Ocak 1643 tarihinde) başlamış ve onu Zilhicce ayının onunda (1 Mart 1643), yani kırk gün zarfında tamamlamıştır. Şair, çeşitli dinî, ahlâkî, sosyal konulara dair fikir, görüş ve tavsiyeleri dile getiren bu Arapça güzel sözleri, “feilâtün mefâilün feilün” kalıbında birer kıtayla Türkçeye çevirmiştir. Onun Arapça vecizeleri dilimize nasıl tercüme ettiğini göstermek ve bu çalışmadaki başarı derecesi hakkında bir fikir vermek için, bir kıtası örnek olarak anılabilir. Dânişî, “Ömrün bereketi, amel güzelliği(nde)dir.” manasındaki بركة العمر حسن العمل vecizesini Türkçeye şöyle tercüme etmiştir:
“Mâl-i bisyâr ü harc-ı mâl ü menâl
Tûl-i âmâlle abes harekât
Ömre nâfi‘ olur kıyâs itme
Hüsn-i a‘mâlle olur berekât”
[Uzun emellerle çok mal ve ele geçirilen şeyi harcamak, boş ve faydasız hareketlerdir… Bunların ömre faydalı olduğunu sanma! (Ömre) ancak amellerin güzelliğiyle (iyi amellerle) bereketler gelir…]
Karşılaştırmalı incelemeler sonucunda, Dânişî’nin, Mes‘ûd bin Ahmed bin Şâdî’nin h. 746/ m. 1346 yılında meydana getirdiği Farsça manzum Nesrü’l-leâlî tercümesinden yer yer istifade ettiği anlaşılmaktadır. Mes’ûd bin Ahmed, Hz. Ali’nin adı geçen meşhur derlemedeki vecizelerini “feilâtün mefâilün feilün” kalıbıyla ve iki beyitli kıtalar hâlinde Farsçaya çevirmiştir. Bu eserden faydalandığı anlaşılan Dânişî, bahis konusu Arapça güzel sözleri aynı şekilde Türkçeye tercüme etmiştir.
Dânişî ’nin Arapça sözleri doğru tercüme ve kısaca şerh edebilmek için hayli emek harcadığı, Arapça sözlüklerden, hadis kitaplarından ve çeşitli mutasavvıf, âlim ve şairlerin eserlerinden faydalandığı anlaşılmaktadır. Sayfa kenarlarında Arapça vecizelerde geçen kelimeler hakkında Seyyid Şerif Cürcânî’nin Târîfât’ından, Ahterî Mustafa Efendi’nin “Ahterî” diye de anılan sözlüğünden nakiller, konuyla alâkalı hadisler veya kelâm-ı kibâr, Şeyh Sâdî, Ahî Çelebi, Ebu’s-suûd Efendi, Şeyhu’l-ekber (Muhyiddîn-i Arabî) gibi şahsiyetlerden iktibaslar, bu istifadenin örnekleri arasındadır.
Dânişî Şâban Efendi’nin, Hz. Ali sözlerinin tercümesi olmak üzere yazdığı kıtalar, şekil ve muhteva yönünden incelendiğinde, bunların hem vezin, kafiye, hem de maksadı doğru-düzgün anlatış bakımından hayli başarılı olduğu söylenebilir. Şair, 275 Arapça vecizeye dair birer kıta yazmak suretiyle bazı İslâmî, ahlâkî fikirleri telkin etmiş; insanî ve dinî yönden isabetli tavsiyelerde bulunarak muhataplarını iyilik ve güzelliklere özendirmek istemiştir. Onun Nesrü’l-leâlî tercümesinin mütercim hattı olduğu tahmin edilen yazma nüshası, Princeton Üniversitesi Kütüphanesinde bulunmaktadır. Aynı tercümenin Mısır Millî Kütüphanesinde de bir yazma nüshası vardır. Âdem Ceyhan, Dânişî’nin bu eserini 2018’de bir incelemeyle Latin harflerine ve günümüz Türkçesine aktararak yayınlamıştır.
Sad-Kelime-i Alî Tercümesi: Dânişî Şâban Efendi’nin meydana getirdiği eserlerden biri de Sad-Kelime-i Alî tercümesidir. (vr. 88b-101a). Sad-Kelime-i Alî (Hz. Ali’nin Yüz Sözü), Hz. Ali sözleri arasından meşhur Mu‘tezile kelâmcısı Câhız’ın (ö. h. 255/ m. 869) seçtiği vecizelerdir. Reşîdüddin Vatvat (ö. h. 573/ m. 1177) tarafından Matlûbu Külli Tâlib min Kelâmi Emîrü’l-mü’minîn Alî bin Ebî Tâlib adıyla Farsçaya çevrildiği, daha sonra Arapça güzel cümlelerle de açıklandığı bilinen bu sözler, 14 veya 15. asırdan itibaren Türkçeye defalarca tercüme edilmiş; çeşitli şerhlere de konu olmuştur. Hz. Ali’ye nispet edilen yüz sözde, “Kişi dilinin altında gizlidir”, “Cimrinin malını felâket veya vârisle müjdele”, “İyilikle hür kişi kul-köle edilir”, “İslâm’dan daha yüce bir şeref yoktur” örneklerinde olduğu gibi, ya hayata dair bir gerçek ifade edilmiş veya çeşitli dinî, ahlâkî, sosyal konular hakkındaki fikir ve görüşler dile getirilmiş; doğrudan doğruya yahut dolaylı olarak bazı faziletler telkin edilmiş; kötülükler ise yerilmiştir.
Hz. Ali’ye ait Sad Kelime’nin halk arasında tanındığını söyleyen ve o cümleleri “kelimât-ı kerîme ve nesâyih-ı celîle” (büyük sözler ve ulu nasihatlar) diye vasıflandırarak öven Aksaraylı Dânişî Şâban Efendi’nin, bahis konusu tercümelerin bir kısmından haberdar olduğu, kuvvetle muhtemel görünmektedir. Meselâ, şairin hemşehrisi Seyyid Hasan Rızâî, bahis konusu yüz sözü, h. 1054/ m. 1644 yılında ikişer beyitli kıtalar şeklinde dilimize çevirmiştir. Aksaraylı Dânişî, Nesrü’l-leâlî’yi tercüme ettikten beş yıl sonra, Hz. Ali’ye nispet edilen Sad Kelime’yi de 1057 yılı Şâban ayının ilk gününde (1 Eylül 1647 tarihinde) nazmen çevirmeye başlamış; çalışmasını aynı ayın yirmisinde tamamlamıştır. Şair, yüz sözü yine iki beyitli kıtalar şeklinde, fakat öncekinden farklı olarak müctess bahrinin “mefâilün feilâtün mefâilün feilün” kalıbıyla tercüme etmiştir.
Dânişî’nin bu eseri üç bölümden meydana gelmiş sayılabilir: Hz. Ali’ye nispet edilen yüz sözün değerini ve tercüme ediliş sebebini anlatan mensur başlangıç, vecizelerin kıtalar hâlinde çevrildiği asıl bölüm, hangi şartlar altında ve niyetlerle meydana getirildiğini bildiren kısa bir sonuç. Bu eserine de mensur bir takdimle başlayan şair, Allah’a hamd, Hz. Peygamber’e dua ve övgüden sonra kitabı yazış sebebini anlatmış; onun ardından asıl konuya gelerek Sad Kelime’yi tercümeye geçmiş; sözlerini kısa bir manzum sonuç kısmıyla tamamlamıştır.
Mütercimin çevirdiği Sad Kelime, Hz. Ali vecizeleri arasından meşhur Arap yazarı Câhız’ın seçtiği yüz sözdür. Câhız tarafından meydana getirilen Mie Kelime (Yüz Söz) veya “Mi’et amsâl Alî bin Ebî Tâlib” (Ali bin Ebî Tâlib’ın Yüz Meseli) isimli derlemeyi Reşîdüddin Vatvat’ın Farsçaya çevirdiği, daha sonra o tercümesine Arapça izahlar da eklediği bahsin başında ifade edilmişti. Karşılaştırma sonunda, başka bazı selefleri gibi Dânişî’nin de Reşîdüddin Vatvat’a ait bu meşhur tercüme ve şerhten faydalandığı görülmüştür. Çünkü mütercim hattıyla olduğu tahmin edilen Sad Kelime nüshasının sayfa kenarlarında Arapça vecizeleri yine Arapça izah eden bazı cümleler yer almakta ve bunlar Reşîdüddîn Vatvat’ın anılan eserinde bulunmaktadır. Mütercimin tercüme tarzı hakkında bir fikir vermek için, “Takvadan daha iyi sığınak olmaz” manasındaki معقل احسن من الورع لا sözünü örnek göstermek mümkündür:
“Penâh ister isen cümle-i mehâvifden
Vesîk u sedd-i sedîd ü kavî vü müstahkem
Vera‘ gibi olamaz böyle bir melâz-ı menî‘
Vera‘ gibi olamaz bir havernak-ı muhkem
[Bütün korkulu yerlerden sağlam, dayanıklı, kuvvetli ve muhkem bir sığınacak yer istersen, vera‘ ve takva gibi böyle ele geçirilmesi zor bir sığınak olamaz; takva gibi sağlam bir saray bulunamaz.]
Dânişî Efendi’nin bu eseri de 2017’de Âdem Ceyhan tarafından bir incelemeyle Latin harflerine ve çağımız Türkçesine aktarılarak yayınlanmıştır.
Hadîs-i Erbaîn Tercümesi: Aksaraylı Dânişî’nin kaleminden çıktığı tahmin edilen yazma mecmuada mevcut eserlerinden biri de kırk hadis tercümesidir. (vr. 27b-57a). Şair, sözlerine besmele, Allah’a hamd ve Hz. Peygamber’e dua ve selâmla başlamakta; sonra “emmâ ba‘dü” diye asıl konuya gelmektedir. Şâban bin Mustafa, bundan sonra “Kim ümmetim için din işleri konusunda kırk hadisi ezberlerse, yüce Allah onu Kıyamet gününde âlimler, fakihler zümresi içinde diriltir” mealindeki hadis ve onun farklı rivayet şekilleri üzerinde durur. Bu gibi rivayetlerden dolayı ümmetin âlimleri, kırk hadisi bir araya getirip toplamışlardır. Aksaraylı Dânişî de “Hadis rivayet etmek, Allah Resulüne intisab etmektir” sözü gereğince, Hz. Peygamber’e manen bağlanmayı isteyerek Hicrî 1061 senesi Zilhiccesinin ilk gününde (15 Kasım 1651 tarihinde) kırk hadisi derlemeye başlamıştır. Maksadı, ahirette Hz. Peygamber’in şefaatine mazhar olmak ve eserini okuyan değerli dostların dualarını almaktır. Önsözünde hadislerin isnatları sahih, kısa, özlü, ezberlenmesi kolay ve mühim konuları içine alıcı olanlarını seçtiğini ifade eden mütercim, bu derleme ve tercümesi sırasında Mesâbîh, Meşârık ve daha başka hadis kitaplarından faydalandığını da anlatır. Dânişî, seçtiği kırk hadisten her birini önce nesirle Türkçeye tercüme etmiş; sonra o hadislerin manasını birer kıtayla nazmen de dile getirmiştir. Mütercimin hadis tercümelerden ilki, çeviri konusunda tuttuğu yolu belirtmek üzere örnek gösterilebilir:
قال رسول الله صلّى الله تعالى عليه و سلّم خیرکم من تعلّم القرأن وعلّمه صدق رسول الله
Ya‘ni ‘Sizün hayırlunuz, Kur’ân-ı Azîmi öğrenüp ve ta‘lîm eyleyenünüzdür’ dimekdür. Şerh: Pes, efdal-i kelâm ve ehemm-i her-merâm Kur’ân-ı Azîm ve Furkān-ı Kerîm olmağın, teberrüken ve teyemmünen Kur’ân-ı Kerîme müteallik olan ehâdîs-i şerîfe ile ibtidâ olundı. Ve bir hadîs-i şerîfde dahi القرأن اشراف امّتى حملة buyurulmuşdur. Ya‘ni ‘Benüm ümmetümün eşrâfı, Kur’ânı okıyanlardur. Allâhu Teâlâ a‘lem, hakîkat üzre ma‘nâ-yı şerîfi, ‘Kur’ân-ı Azîmi kemâ yenbağî hıfz ide ve ba‘de’l-muhâfaza tertîl üzre kırâ’at ve tilâvet eyleye’ dimekdür. Ve hadîs-i âharda
القرأن فليقرء من اراد ان يتكلّم مع الله تعالى
buyurulmuşdur. Ya‘ni ‘Bir kimesne Allah Teâlâ hazreti ile tekellüm murâd eylese, tertîlle Kur’ân okıya’ dimekdür. Nazmun li’l-mütercimi’l-fakîr:
Fahr-i Kevneyn ve server-i sakaleyn
Hâtem-i enbiyâ Resûl-i Hudâ
Buyurur bu hadîs-i dil-cûyı
İtme bu hak sühanda reyb ü mirâ
Hayr-ı ümmet odur ki Kur’ân’ı
Öğrenüp öğrede didi hakkā”
[Günümüz Türkçesiyle: قال رسول الله صلّى الله تعالى عليه و سلّم خیرکم من تعلّم القرأن وعلّمه صدق رسول الله
Yani ‘Sizin hayırlınız, Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenen ve öğreteninizdir’ demektir. Açıklama: Bundan dolayı, sözün en üstünü ve her isteğin en mühimi, Yüce Kur’an ve Furkān-ı Kerîm (hakkı batıldan ayıran İlâhî Kitap) olduğundan, mübarek ve uğurlu sayarak Kur’ân-ı Kerîm’le alâkalı olan hadis-i şeriflerle (esere) başlandı. Ve bir hadis-i şerifte de القرأن اشراف امّتى حملة buyurulmuştur. Yani ‘Benim ümmetimin en şerefli olanları, Kur’ânı okuyanlardır. Yüce Allah daha iyi bilir, (bu hadisin) hakikat üzere değerli manası, ‘Kur’ân-ı Azîmi uygun şekilde ezberleyen ve ezberledikten sonra usulüyle okuyan…’ demektir. Başka bir hadiste القرأن فليقرء من اراد ان يتكلّم مع الله تعالى buyurulmuştur. Yani ‘Bir kimse Yüce Allah’la konuşmak istese, usulüne uygun şekilde Kur’an okusun’ demektir. (Hadisleri) tercüme eden fakir (Dânişî’n)in şiiri:
Fahr-i Kevneyn ve server-i sakaleyn
Hâtem-i enbiyâ Resûl-i Hudâ
Buyurur bu hadîs-i dil-cûyı
İtme bu hak sühanda reyb ü mirâ
Hayr-ı ümmet odur ki Kur’ân’ı
Öğrenüp öğrede didi hakkā
(İki âlemin övüncü, insan ve cinlerin reisi, peygamberlerin sonuncusu, Allah’ın Resulü şu gönül çekici hadisi buyurur; bu doğru söz hususunda şüphe etme: “Gerçekten ümmetin hayırlısı, Kur’ân’ı öğrenip öğretendir” dedi).]
Eldeki eserleri, Aksaraylı kadı Şâban Efendi’nin İslâmî ilimler yanında edebiyatla da alâkadar ve şairlik kabiliyetine sahip olduğunu göstermektedir. Şiirlerinde “Dânişî” mahlasını kullanan Şâban bin Mustafa, dinî düşünce ve duygularla üç eser meydana getirmiştir. Şairin manzum eserlerinde yer yer imale, zihaf, kafiye yerine redifle yetinme gibi vezin ve kafiye kusurlarına rastlanmakta; ayrıca ara-sıra maksadı güzel ve düzgün anlatış yönünden bazı pürüzleri de görülmektedir. Bununla beraber Osmanlı Devleti’nin Aksaray gibi ilim, sanat ve edebiyat merkezi İstanbul’dan uzak sayılabilecek şehirlerinde yaşamış Şâban Efendi’nin üç dile, dinî ve edebî bilgilere vâkıf, âlim bir şair, meramını nazım ve nesir yoluyla ifadeye muktedir bir şahsiyet olduğunu belirtmek de gerekir. Dinî-edebî konularda eser sahibi seleflerinin izinden giden şairin, önce Nesrü’l-leâlî’yi, ondan bir müddet sonra Sad-Kelime-i Alî’yi ve nihayet kırk hadisi tercüme ederek okuyucularına İslâmî inanç, ibadet, ahlâk ve adap konularında bazı telkin ve tavsiyelerde bulunduğu muhakkaktır. Denebilir ki, o, belli-başlı biyografik kaynaklarımızda tanıtılmayışı, eserlerinin konuları, nüshalarının sınırlı sayıda oluşu gibi yönlerden Şirvanlı Hatiboğlu Habîbullah ve Balıkesirli Rıhletî’yi andırmaktadır.
KAYNAKÇA
- Ateş, A. (1968). İstanbul Kütüphanelerinde Farsça Manzum Eserler I, İstanbul.
- Ceyhan, Â. (2017). 17. Asırda Yaşamış Aksaraylı Bir Âlim, Şair ve Yazar: Dânişî Şa‘bân bin Mustafa’nın Hayatı, Eserleri ve Hz. Ali’den Yüz Söz Tercümesi. Türkiyat Mecmuası, İstanbul, c. 27/1, s. 65-99.
- Ceyhan, Â. (2018). “Aksaraylı Dânişî’nin Nesrü’l-leâlî Tercümesi”, Bir Devr-i Kadim Efendisi- Prof. Dr. Tahir Üzgör’e Armağan, Editörler Üzeyir Aslan, Hakan Taş, Ömer Zülfe, Yayınevi, Ankara, s. 167-247.
- Ceyhan, Â. (2006). Türk Edebiyatı’nda Hazret-i Ali Vecizeleri, Ankara: Öncü Kitap.
- Dânişî, Manuscript Volume No. 750H from the Garrett Collection of Arabic Manuscripts in Princeton University Library. (Bu eserin bir kopyası: Süleymaniye Yazma Eser Ktp. Mikrofilm Arşivi nr. 3273).
- Hasan Rızâî, Nüzhetü’l-ebrâr el-Muttali’ li Esrâri’l-Gaffâr, Selîmiye- İbrahim Hakkı Konyalı Kütüphânesi, nr. 65.
- Kılıç, H. (2000). “İbşîhî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, c. 21, s. 376-377.
- Kilisli Muallim Rif‘at, (1926). Notlar ve Vesîkalar. Türkiyat Mecmuası, 2. c. s. 401-409.
- Mes‘ûd bin Ahmed bin Şâdî, Tercemetü’l-leâlî ve Tezkiretü’l-maâlî, Süleymaniye Ktp. Ayasofya Bölümü nr. 945, vr. 43b-84b.
- Mısır Millî Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu (1987-1992). I-V.
- Özcan, A. (1989). Şakaik-ı Nu’maniye ve Zeyilleri– Şeyhî Mehmed Efendi, Vekayiü’l-fudalâ, I-II, İstanbul: Çağrı Yayınları.
- Şen, M. (2016). Nüzhetü’l-ebrâr el-Muttali’ li Esrâri’l-Gaffâr Hasan Rızâî el-Aksarayî. I. Uluslararası Aksaray Sempozyumu (Tarih, Kültür, Din, Medeniyet) 27-29 Ekim 2016, s. 606-617.
- Şeyhî Mehmed Efendi (2018). Vekâyi‘u’l-fuzalâ, (İnceleme- Tenkitli Metin- Dizin). I-IV, haz. Ramazan Ekinci. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı.
- Uçar, H. (2016). Hasan Rızâî’nin Nüzhetü’l-ebrâr Adlı Eserinde Aksaray’ın Manevî Şahsiyetleri. I. Uluslararası Aksaray Sempozyumu (Tarih, Kültür, Din, Medeniyet) 27-29 Ekim 2016, s. 356-373.
- Uşşâkîzâde İbrahim Hasîb Efendi (2017). Zeyl-i Şakâ’ik- Uşşâkîzâde’nin Şakâ’ik Zeyli, (İnceleme- Metin), haz. Ramazan Ekinci. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı.
Madde Yazım Bilgileri
Yazar: Prof. Dr. Âdem CEYHAN
Anahtar Kelimeler: Dânişî, Nesrü’l-leâlî, Sad Kelime.