Tercüme-i Akaid Risâlesi
Edebî Eserler

Aksaray ulemasından Şeyh Hulûsi el-Aksarâyî olarak meşhur olmuş Seyyid Abdullah b. Mustafa, Muhammed ümmetini îtikadî hatalardan korumak maksadı ile çeşitli muteber kitaplardan derleyerek “Tercüme-i Akaid” adıyla Osmanlı Türkçesi ile bir kitap yazmıştır. Her kitapta olduğu gibi, o da bu kitabına besmele, hamdele ve salvele ile başlamış, güzel bir dibace ile girişini yapmıştır. Daha sonra Müslümanın Allah’ın huzuruna rahat varabilmesi amacıyla itikat ve amel bakımından Müslümanın imanına zarar verecek hususları açıklamıştır.

Şeyh Aksarâyî Müslümanın îtikadî ve amelî yönden inanması gereken iki önemli husus olduğunu söylemiş ve bunları terim olarak açıklamıştır. Ona göre amelî yönü farz-ı ayn ve farz-ı kifaye diye ikiye ayrılmaktadır. Terimsel olarak anlamı, Müslümanın bilmesi ve zahir/görünen azalarıyla/organlarıyla amel etmesi farz olan şeylerdir. Îtikadî anlamı ise, Müslümanın bilmesi, kalbiyle tasdik ve kabul etmesi farz olan şeylerdir. Bu îtikadî farzlara inanmak ve kabul etmek zorunludur, aksi takdirde kişi kafir olur demektedir.

Şeyh Aksarâyî iman ve İslâm’ın aynı manaya geldiklerini söylemiş, dolayısıyla itikat cihetinden en önemli farzların bunlar olduğunu beyan etmiş;  manalarının Hz. Peygamber’in (s.a.v.)  Allah katından getirdiği şeylerin tamamını dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve kabul etmek olduğunu belirtmiştir. Bu tarz imana icmâlî iman denir. Bir Müslümanın ehl-i iman sayılabilmesi için ibtidaî iman da kâfidir. İlerleyen zamanlarda tafsilî imana da ihtiyaç vardır; çünkü tafsili iman bütün amellerin sıhhat ve kabulünün şartıdır.

Haram ve büyük günah, Allah’ın yasaklamış olduğu ve Kur’an’da kesin delille sabit olan şeylerdir. Bunları kasten işleyenler asi ve fasık olup tevbe etmeden ölürlerse cehennem azabına müstehak olurlar. Allah’ın hakkını gözeterek büyük günahlardan beri olanlar da büyük ecre/sevaba nail olurlar. Tahrimen mekruhun da hükmü böyledir. Fakat zannî delille sabit olduğu için inkâr eden kâfir olmaz.

Müellif kitabını beş bapta anlattığını söylemektedir. Birinci bapta, itikat cihetinden farz olanları, ikinci bapta,  imanın bekasının şartını  ve amelî hükümler cihetinden farz ve vacip olanları, üçüncü bapta, kalpte olan farzları, büyük günahı ve şirkin nevilerini, dördüncü bapta, fiziksel bünyemizde görünen organlarımızdan sadır olan büyük masiyetleri/günahları, beşinci bapta ise, şer’î vasiyetin  ahvalini beyan ettiğini belirttikten sonra “Kaynağı  âsan olup, tahsilde Mü’min kardeşlerimiz kolaylıkla muratlarına nâil olalar…Âmin ya muin.” Duasıyla mukaddimeyi bitirir.

Tercüme-i Akaid’de Babların Ele Alınışı: Müellif Hulûsi Aksarâyî altmış yedi varaklık (yüz otuz beş sayfa) bu çalışmasını beş bapta sunmaya çalışmış, faydalı bilgiler sunmuş; ancak günümüzde yazılan eserlerde olduğu gibi, içindekiler, sözlü ve terimsel tanımlar, Kur’an ve sünnetten deliller, lüzumlu bölümler, ana başlıklar ve alt başlıklar gibi teknikler kullanmamıştır. Şimdi bu bapları tek tek ele alıp özetlemeye çalışacağız.

Birinci Bab: Müellif bu bapta iman ile İslam’ın şartlarını açıklamaktadır. Evvela imanın şartları altıdır; Allah’a, meleklerinin, kitaplarının, Peygamberlerinin tamamına, âhiret gününe, hayır ve şerrin tamamının Allah Teâlâ’nın kaza ve kaderiyle olduğuna inanmak. Aksarâyî Allah’a inanmanın yirmi yedi tarikle/yolla olacağını söylemiş ve bunları şöyle sıralamıştır: Sıfat-ı selbiye ve sıfat-ı sübûtiyesine iman etmek, mekandan, suretten, şekilden, cisim olmaktan, üzerine zaman geçmekten, altı cihetten, doğmadan, doğurmadan,  bütün mahlukata/yaratıklara ait sıfatlardan münezzeh olduğuna iman getirmek. Sonuç olarak insanın hatırına gelen ve Allah hakkında uygun düşmeyen evsafın tamamından zatı ve sıfatı münezzeh olduğuna inanmak. Zira zatı ve sıfat-ı şerifesi aslıyla malumumuz, vasfıyla meçhulümüzdür.

Allah’ın Zâtî Sıfatları: Allah’ın zatî sıfatları altı tanedir. Vücut, Allah’ın varlığına inanmak. Kıdem, evveli olmayıp kadim olduğuna inanmak. Beka, âhiri olmayıp, ebedî baki olduğuna inanmak. Kıyam bi nefsihi, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde başkasına muhtaç olmadığına,  varlığı kendinden olduğuna inanmak. Muhalefetün li’l-Havadis,  zatında, sıfatında ve fiillerinde başkasına benzemediğine inanmak. Vahdaniyet, zatında, sıfatında ve fiillerinde tek olduğuna, O’ndan başka İlah olmadığına, yani birliğine inanmak, şeklinde tadat edilmektedir.

Allah’ın Sübûti Sıfatları:“Allah’ın  sübûti sıfatları sekiz tanedir. Hayat, Allah haydır, diridir. Dirilik sıfatının O’nun sıfatı olduğuna inanmak. İlim, yani Allah bütün malumatı bilir, bilmenin O’nun sıfatı olduğuna inanmak. Semi’ yani Allah her şeyi işitendir, işitmek sıfatına sahip olduğuna inanmak.  Basar, Allah her şeyi görendir, görmek sıfatına sahip olduğuna inanmak.  İrade,  yani Allah dileyendir, dilemek O’nun sıfatı olduğuna inanmak.  Kudret, Allah bütün mümkinata gücü yetendir,  kudretin O’nun sıfatı olduğuna inanmak.  Kelam,  yani Allah konuşandır, söyleyendir, konuşma sıfatın varlığına inanmak. Halk, yani Allah bütün mavcudatı/varlığı yaratandır, yaratmak O’nun sıfatı olduğuna inanmak”, şeklinde de sübûtî sıfatlarını zikretmiş ve bunların manalarını da yazmıştır. Bu sıfatların tamamında Hakk kemal sahibi olup, başkalarına benzemediğine inanmak. Allah’ın bilmesi akılla,  görmesi göz ile, işitmesi kulak ile değildir. Sair sıfatları buna kıyas edilebilir. Yani Allah’ın bütün sıfatları kemal derecesindedir, başkasına benzemez. Adı geçen sıfatların tamamı zat-ı şerifi gibi kadim olduğuna, Allah’ın bütün bu sıfatların zıtlarından da münezzeh olduğuna inanmak. Aynı zamanda sıfatları zatının aynı olmadığı gibi, gayrı da değildir. Belki zatıyla kaim ve daim ve baki olduğuna inanmak. Bunları izah ederken de Ehl-i Sünnetin görüşlerine muhalefet etmemiş, ancak sadece sübûti sıfatları sayarken, sekizinci sıfat Mâtürîdilere göre “Tekvin,yaratmak” sıfatıdır, müellif ise, genelde vahdet-i vücut meyilli olan Ali Şir Nevai, hocaları ve gönüldaşları gibi tekvin kelimesi yerine “Halk,yaratmak”  kelimesini kullanmıştır. Kelam-ı İlahi hakkındaki izahları, “Allah’ın konuşması harf ve sesle değildir” diyerek ehl-i sünnete uygun beyanda bulunmuştur.

Meleklere İnanmak Beş Tarikledir: Meleklerin varlığına inanmak beş yolla olur. Vücut, meleklerin var olduklarına inanmak; ismet,  Mevlaya karşı muhalefetten masumdurlar, zükûret/erkeklik ve ünûset/dişilik sıfatlarından uzaktırlar ve bütün sıfatlarıyla şekil kabul ettiklerine inanmak. Beşerî kuduretten/kirden temizdirler; yani yiyip içme,  helaya gitme gibi beşerî ihtiyaçlardan münezzeh olup, sadece tesbih ve tehlil ile meşgul olduklarına inanmak. Visata, yani, Allah ile kulları arasında bir vasıta olduklarına inanmak.

Kitaplara İnanmak Dört Vecihle Olur: Kitaplar Allah’tan gelen vahiydir; Allah Teâlâ’dan gelen semavî kitapların tamamının ilk geliş şekliyle vahiy olduğuna, Allah tarafından muhafaza edilip, vahiy esnasında şeytanın (aleyhi’lla’ne) dalaletinden kitapların içine hiçbir yanlışın ilka edilemediğine inanmak. Ancak Kur’an’ın haricindeki Tevrat ve İncil sonradan tahrif edilmiştir. Kur’an tağyirden beridir; kıyamete kadar bu vasıfta kalacağına inanmak. Kur’an muhkem ve müteşabih âyetleri ihtiva etmektedir;  manası açık olana muhkem,  manası açık olmayıp müevvel/yorumlanana da müteşabih dendiğine inanmaktır.

Peygamberlere İnanmak: Peygamberleri sahip oldukları önemli bazı sıfatlarıyla tanımaktayız. Sıdk, peygamberler doğru sözlüdürler. Emanet,  peygamberler emin kimselerdir, hıyanet onlar hakkında muhaldir/imkânsızdır. Fetanet, bütün peygamberler zeki ve akıllıdır, ahmaklık onlar hakkında muhaldir. İsmet, bütün peygamberler tüm zamanlarda küfürden ve yalandan ve diğer masiyetlerden nübüvvet zamanında masum olduklarına inanmak. Tebliğ,  yani peygamberler Allah’ın kendilerine gönderdiği kitapları, içeriği olan hükümleri eksiksiz halka ulaştırırlar, ketmetmek,saklamak onlar hakkında muhaldir. Bütün bunlara inanmak, şeklinde sıfatları ve bunların gayet güzel izahlarını yapmış, bütün peygamberlerin evliyadan ve meleklerden üstün olduklarını, kendi aralarında da bazısının bazısından üstün olduğunu kabul edip inanmanın zorunluluğunu beyan etmiştir. Müellif, buraya kadar olan bilgileri Akaid-i Vüsta ve Tefsir-i Kebir’den naklettiğini belirtmektedir.

Devamında ise, ahiret gününe, öldükten sonra bütün mahlûkatın tekrar dirileceğine, hesaba çekileceğine, şefaatin gerçekliğine, mizana, sırata, amel defterlerinin verileceğine, peygamberlere tahsis edilmiş havuzlara, cennet ve cehennemin el-ân yaratılmış olduklarına, cennette, Müminlerin Allah’ı göreceklerine inanmanın gereğine işaret etmiştir. Kaza ve kadere ve bunların insanların sıfat ve hâllerine uygun, ilim maluma tabi sistemi içerisinde ezelde Allah tarafından yazıldıklarına, zamanı gelince levh-i mahfuzdaki yazgıya uygun olarak ortaya çıkacaklara imanın gerekliliğine değinen müellif, bu bilgileri Emali şerhinden nakledildiğini söylemektedir. Aksarâyî’nin, “İslamın şartı ikidir; birincisi meşhur olan İslamın beş şartıdır; ikincisi, haram olduğu zarureten bilinen masiyetlerdir ki, bunlar zina etmek ve içki içmektir.” şeklindeki izahı aslında ibadetin tanımıdır. Fakat Aksarâyî şunu izah etmek istemiştir: yapılması gerekenlerin yapılmasına, haramların da yapılmamasına inanmak, imandandır. Müellif, bu bilgilerin İbnü Hümam’ın Müsayare şerhinde yazılı olduğunu söylemektedir.

İkinci Bab: Müellif bu bapta imanın bekasının şartlarını ele almıştır. Bu cümleden olarak gayba inanmak ve bu inançta daim olmak. Gayptan maksat, birinci bapta itikat edilmesi farz olan şeylerdir. Gaybı Allah’tan başka ve bir de gaybı bildirdiklerinden başka kimse bilmez. Kur’an’ın zahirini hak itikat edip onunla ameli kabul etmek. Dört mezhepte tespit edilen ve kati delille sabit olan haramları haram itikat etmek, kati helalleri de helal kabul ve itikat etmek. Allah’ın gazabından emin ve rahmetinden ümitsizliğe düşmemek; nassı Kur’an’ın zahirini reddetmek ve şer’i şerifi basit görmek, Mevla’nın gazabından emin olmak, rahmetinden ümit kesmek gibi, küfür lafızlarından dili, küfür fiillerinden sair organları, şirk ve küfrün her çeşidinden kalbi muhafaza etmek. Falcıları, gayba dair haberlerini de tasdik etmek. Haram olan bir şeyin helal olmasını temenni etmek küfre sokmasa da itikaden tehlike arz etmektedir. Yukarıdaki mezkûr manaların tam tersini yapmak ve temenni etmekse müellif tarafından küfür olarak değerlendirilmiştir. “Mukaddesata küfretmiş olayım eğer bunu yaparsam veya yapmazsam” diyerek yemin kastederse ve yeminini bozarsa bazılarına göre kafir olduğu müellif tarafından söylenmiştir.

Allah ve peygamberi karşısında herhangi bir konuda onların emir ve buyruklarını reddetmek, bu akla uygun değildir diyerek akıldâne tavır sergilemek, istihfaf/hafife almak veya Allah’ın emirlerine karşı muaraza etmek küfürdür. Allah’ın hükümlerini ve Peygamberin sünnetini bildiği halde, bunlar konu edildiğinde, “Ne bileyim ben bunları!” diyerek alaya alma küfürdür.

Amel cihetinden farz-ı ayn ve farz-ı kifayeleri yerine getirmek. Ömründe bir defa şehadet kelimesini söylemek, orucunu tutmak, namazını kılmak, gücü yeterse hacca gitmek ve zekât vermek gibi farz-ı aynların yapılmasının zorunluluğuna itikat etmek ve bunların ne manaya geldiklerini bilmek.

Aksarâyî, namazın dışındaki şartlarla içindeki farzların gereğine ve manalarını bilmenin ve uygulamanın farziyetine inanmanın zaruretine, cenaze namazının farz-ı kifaye olarak kılınmasına İslâm’ın bütün şartlarının varlığını kabul etmek ve aynen inanmanın zaruretine itikat etmeye işaret etmektedir. Namazın dışındaki ve içindeki farzlardan başka, bazı yapmamız gereken farzlar daha vardır ki, onlar da şunlardır: Helalinden yemek, nimeti ancak Allah’tan bilmek, taamdan elinde olana kanaat etmek. Bunlar, Alim b. el Ala el Ensarî ed Dihlevî el Hindî’nin (ölüm tarihine rastlayamadım, ancak XI. asrın İlk yarısında vefat ettiği sanılmaktadır.)” Fetâvâ-yı Tatarhaniye adlı eserinde yazılıdır.”  İlmihal okumak, özellikle namazın farzı eda edilecek kadar Kur’an okumak. Ailesi için ve borçlarını ödeyecek miktarda helal kazanç sağlamak. İyiliği emredip, kötülükten nehyetmek. Namazın haricinde okunan Kur’an’ı canı gönülden dinlemek. Bu “Halebînin sonunda, diğerleri Mukaddime şerhi Tavdîhi Karamani”‘de yazılıdır. Farz-ı aynların yanı sıra bir de farz-ı kifaye ilmi vardır ve her bir kabilede bu ilimleri bilen alimler bulunması farzı kifayedir, aksi halde bütün bir kabile günahkâr olur. Fıkıh ilminin küllisini/tamamını, tefsir, hadis usulu’d din(kelam), usulü fıkıh, tecvid, hesap ve Arapça ilimleri bu kabil farz-ı kifayelerdir.

Aksarâyî, bu ifadelerden sonra vacibi “Delil-i zanni ile sabit olan şeydir. ” şeklinde tanımlamıştır. Vacibi bilenler ve onunla amel edenler bol sevap kazanırlar. Zira vacibin terki bir defa dahi olsa büyük günahtır. Bu “Fıkhu’l-Ekber Şerhi Aliyyü’l Kari” de böyle yazmaktadır.

Üçüncü Bab: Müellif bu bapta kalbe ait farzları vermeye ve onları açıklamaya, önemine dikkat çekmeye çalışmıştır. Bunları maddeler halinde vermeye çalışalım;

  1. En önemlisi ihlastır. Yani ibadetlerde dünya menfaati gözetmeden, yalnız Allah rızasını gözetmek ve ibadeti ve itaati bu gaye ile yapmaktır;
  2. Tevazudur. Kendini başkalarından edna/aşağıda görmektir;
  3. Nasihattir. Mümin kardeşine hıyanete kastetmeyip onun için hayır murat etmektir;
  4. Tasavvuftur. Kalbini kötü huylardan temizledikten sonra iyi huylarla donatmak;
  5. Rızadır. Allah Teâlâ’dan gelen kazaya ve musibete karşı hatırını hoş tutmak; Allah Teâlâ’dan korkmaktır. Yani Allah’ın azabından ve gazabından korkmak;
  6. Allah için buğzetmek. Yani, zulüm ve fasıklık yapan zalim ve fasıklar güruhuna kızmak;
  7. Allah için sevmek. Yani, ulemaya ve salih kişilere muhabbet etmek;
  8. Tevekkül. Bedeninin kıvamını sadece Allah’tan bilmektir. Bununla birlikte esbaba temessük/yapışma tevekküle mani değildir;
  9. İnabedir. Masiyet akabinde Allah Teâlâ’nın ikabından korkarak hayatında ilk ve son defa nedametle Allah Teâlâ’ya rücu’ etmek;
  10. Mücahededir. Nefis ve şeytanın istedikleri şeylerle alakasını kesmeye azim ve gayret etmek;
  11. Tefvizdir. Yani, bütün işleri Allah’a ısmarlamak;
  12. Ahde vefa göstermek. Yani, ahdine ve nezrine vefa etmek;
  13. Encazü’l vaaddir. Yani, sözünde durmak.;
  14. Emanedir. Kavlinde ve fiilinde mümin kardeşine hıyanetten emin olmak;
  15. Zühddür. Dünya lezzetlerinin haram ve mekruh olanlarından kati el çekmek;
  16. Kanaattir. Dünya malından az ve kafi miktara razı olup, haram ve mekruhtan ziyade talep etmemek;
  17. Recadır. Allah’ın rahmetinden ümit kesmemek.
  18. İffettir. Yani, haramdan sakınmak;
  19. İstikamettir. Kavlinde ve fiilinde şer’i şerife uygun hareket etmek;
  20. Tefekkürdür. Yani, imanın delilinde fikretmek, düşünmek. Mesela, Bâri Teâlâ’nın vücuduna masnuatın (bütün mevcudatın) delil olmasını zikretmek. Müellif ayrıca iman-ı taklidî ve iman-ı tahkikiden, Allah’ın varlığının delillerinden bahsetmiştir;
  21. Sıdktır. Zahiri batınına ve fiili kavline uymak;
  22. Şükürdür. Nimeti mukabilinde nimet sahibini evsafı cemile ile tazim ve nimeti ikrar ve izhar etmek.

Aksarâyî, insanın bilgi alanına girmesini, bilgiye karşı cahil ve bigâne kalınmamasını, her türlü zilletten uzak durulmasını öğütlemektedir. Tevazuya ait olan her şeyi de ahlak-ı hamideden kabul etmektedir. İnsanın kendisini başkalarından üstün görmek manasında olan kibri, savaşta ve kibirli insana karşı kibirli davranmak hariç reddetmiştir. Başkalarında olan nimetlerin gitmesini istemek olan haset, ahlakı hamideye zıt olduğu için yapılmaması öğütlenmektedir. İsraf etmemek; şiddet ve gazap manasına gelen, tabiatın nefret ettiği bir hastalık olan tehevvürden; zalimleri ve fasıkları dünya için sevmek olan hubbü’l fesekadan; âlimlere ve salihlere dünya için kızmak manasında olan buğdü’s-suleha ve’l-ulema’dan; hiyanetten, sû-i zandan, mümine kin, haset ve öfke duymak, her zaman nefsinin ve şeytanın hevasına uymak, inat, kavli fiiline, zahiri batınına uymamak anlamında nifak, dinin emirlerinde zayıf olmak, yani yanında dine hakaret ve hücum edildiğinde susmak manasında müdahane, doğruya inat edip kabul etmemek, masiyete devam etmek. Geçici dünya malı ve lezzet-i acileye muhabbet etmek.

Müellif büyük günahları da burada saymaya çalışmıştır. Şirkin nevilerini sekize ayırmış ve bunları şöyle sıralamıştır.

Şirk-i İstiklal: Tanrı ikidir diyenlerin şirkidir.

Şirk-i Teb’izdir: Tanrı Teâlâ üç şeyin üçüncüsüdür diyen Nasara’nın şirkidir.

Şirk-i Tabribdir: Allahu Teâlâ’dan gayri puta tapanların şirkidir ki, maksatları Allah’a  yakın; olmak düşüncesiyle putları Allah’la aralarında şefaatçi yapmaktır.

Şirk-i Taklittir: Puta tapanların önce gelenlere uyarak onların yolunu tutup onlar gibi putlara tapmaları, babalarını ve dedelerini taklit etmeleridir.

Şirk-i Ulûhiyettir: İmdadı, kaza-yı hacatı, hastalık ve sağlığı ve buna benzer şeyleri Allah ‘tan değil, başkalarından beklemek ve istemek.

Şirk-i Azamettir: Halk içinde ayandan ve büyüklerden bazı kimselerle karşılaşınca onların huzurunda rüku, secde ve inhina gibi yanlış hareketlerde bulunmak. Kişi bu tavrıyla ibadet kastederse kafir, sadece tazim kastederse ittifakla haram ve büyük günah işlemiş olur.

Şirk-i Esbabtır: Eşyanın vücudunu esbabı adiyeden bilmektir.

Şirk-i Ağrazdır: Ahirete müteallik amellerin dünya menfaati karşılığında onu celp etmek maksadı ile yapmak. Bu tür şirkin sahibi maksadını her ne olursa olsun Allah’tan dilerse haram ve riya olmaz, kullardan dilerse haram ve riya olur. Müellif son üç şirkin, sahibinin hareketlerini düzeltmesi durumunda büyük günah işlemiş kabul edilebileceğini belirtir. Müellif, bu bilgileri adını zikretmediği bazı akait kitaplarından aldığını belirtmiştir.

Dilden Sadır Olan Günahlar:

  1. Allah’tan başkası ile yemin etmek. Bazılarına göre bu küfürdür denilmiştir;
  2. Yalan söylemek, iftira etmek, yalancı şahitlik yapmak. Falanın başı hakkı için diyerek yemin etmek. Allah ve resulüne iftira etmek;
  3. Şu yerlerde de yalan söylemek caiz görülmüştür: Savaşta kâfire hile ve tuzak kurmak; karı koca arasını sulh etmek ve müminlerin arasını bulmak; ihya-i hak ve sabileri mektebe teşvik, müminlerin sırlarını ifşa etmemek için yalan söylenebilir;
  4. Müminlerin ayıplarını haber vermek;
  5. Müminlerle alay etmek;
  6. Gıybet yapmak. Söylenenler kişide varsa zaten gıybettir, söylenen çirkin sözler o kişide yoksa iftiradır. Gıybet, söylenene ulaşmadan duyulan, nedamet tövbedir; ancak gıybet sahibine ulaşmışsa, helalleşmedikçe tövbesi makbul olmaz;
  7. Bir mü’minin ırz ve namusunu lekelemeyi   ve rezil etmeyi adet edinmek ve yüzüne karşı ayıbını haber vererek ayıplamak, karalamak. Bunlar dahi  kati nasla sabittir.; Hayvanattan, cemadattan ve insanlardan bir kimseye  melun demek. Şayet Şeytan, Firavun, Nemrut ve Ebu Cehil gibi kafir olduğu sabit ise bir beis yoktur. Kafir olarak öldükleri kesin belli olmayan Yezid ve Haccac-ı zalim gibilerine ölümlerinden önce de sonra da lanet etmek caiz değildir.
  8. Faiz yiyen, faize kefil olan, faizi yazan ve şahit olanlara, dövme yaptıranlara, zekat verme gücünde olduğu halde malının zekatını  vermeyenlere, ezanı kulaklarıyla duyduğu halde (mazeretsiz)  cemaate katılmayanlara; rüşvet alan ve rüşvet verenlere, ölen kimsenin özelliklerini açıktan sayarak ağlayanlara ve dinleyenlere; yakasını, cebini yırtıp, yüzünü yolanlara; kabirlerin üzerine mum yakanlara, hâşâ ashab-ı kirama küfredenlere karşı dinde belli yaptırımlar vardır. Bu meselelerin bazısı Mehmed Birgivî’nin (ö.981/1573) “Tarîkat-ı Muhammediye” adlı eserinden, bazısı Abdülazim b. Abdülğani b. Abdillah Ebu Muhammed Zekiyyüddin’in (ö.656/1258) “Terğıb ve Terhib” adlı eserinden ve bazısı sair hadis kitaplarından nakledilmiştir.
  9. Bir mümine küfür içeren kafir, zâni gibi başka lafızlarla sövmek ittifakla haramdır.
    Bazı ulema (hadis-i şerife göre) mümine kâfir diyenin kendisi kâfir olur kanaatini belirtmiştir. Bir müminin söylediği söz haksa kabul etmek, batılsa ve dinin emirleriyle ters düşüyorsa (reddetmek) layık olan sükût etmektir.
  10. Tartışılan bir konuda hakkı izhar için tartışmakta bir beis yoktur; ancak ilimsiz bir şekilde ve hasmını rencide edici, ırz ve namusuna zarar veren ve kişinin vakarını zedeleyici konuşulması haramdır. Teğanni ile Kur’an ve zikir okuyan ve dinleyen büyük günah işlemiş olur. İmam Zeylâi, Kenz şerhinde şöyle söylemiştir, zira fasıkların fiiline benzemektedir.
  11. Nefsinin işlediği günahı aşikare meclislerde anlatan kimsenin azabı çok iddetli olup bir misli daha fazla yazılır, onun için fukaha kişinin nefsinin günahını inkar etmesini caiz görmüşlerdir.
  12. Allah ve Resulünün emri bulunmayan bir münkeri emretmek haramdır. Zalim ve fasıkların yüzüne onları övmek, iyi insanlar olduklarını yüzlerine söylemek, yalan söyleyenin yalanını tasdik etmek gibi.
  13. Şer’an işlenmesi vacip ve farz olan şeylerin yapılmasını nehiy etmek. Oğlunu hocaya ve mektebe gitmekten menetmek, Kur’an okunurken konuşmak haramdır, zira Kur’an’ı dinlemek vaciptir. İş gören birinin yanında Kur’an okumaya başlamak, Kur’an okunurken bir işle meşgul olmak haramdır.
  14. Yemin-i ğamustur. Yani, yalan yere yemin etmek demektir. Büyük günahlardan sayılmaktadır; Hz.Peygamber’e (s.a.v.) göre, yalan yere yemin eden adam kıyamet günü mahşer halkının önünde rezil olacaktır. Fakat bazı hallerde yemin gerekirse yapılabilir. Mesela izzetini koruyup kişinin kendisini temize çıkarması gibi. Ancak çok sık yemine başvurmak kötü kabul edilmiştir. İslam hukukunda yemine ait özel lafızlar vardır; “va’llâhi, bi’llâhi ta’llâhi” gibi. Bunların dışında Allah’tan başkası adına yemin etmek caiz değildir. Putların ve başka tapılanların adıyla yemin etmek; “Şu işi yaparsam kâfır olayım veya Yahudi olayım veya İslam’dan uzak olayım”, bu kabil yeminlerdendir ki asla caiz değildir.
  15. Kişinin kendi aleyhine ve ölmek için dua etmesi. İnsanın kendi nefsine şer ile beddua etmesi ve dünya zararı için olmasını Allah Teâlâ’dan istemesi haramdır. Kişi ancak ömrünün sağlıklı ve uzun ve amelinin hayırlı olması için dua etmelidir.
  16. Hak ve hakikatin söylenmesi farz ve vacip olan yerlerde sükût etmek, böylece hakkı gizlemek mekruhtur. Sükût eden kimse hakkında ise Peygamberimiz, “o, dilsiz şeytandır,” buyurmuşlardır. Peygamberimizin adı anıldığında sükût edip salat ü selam getirmemek, açlıktan ölmek üzere olan bir Müslümana karşı sükut ederek yardımına koşmamak ve onu ölüme terk etmek veya en azından zor durumda bırakmak haramdır ve büyük günahtır.

Dilden Sadır Olan Mekruh Sözler: İnsanın dilinden çıkan mekruh ifadeler ki, söyleyen şahıs şefaatten mahrum olmaya müstahak olur. Bu tür ifadelerin cümlesi on iki afettir. Yani zaruret olmadıkça bu sözleri söylemek çirkin kabul edilmektedir. Karı koca ilişkilerini ve kaza-i haceti çirkin bir şekilde açıklamak; ön ve arkadaki uzuvları isimleriyle söylemek, hatta fareye sıçan demek bu kabil fahiş ifadelerdir, söylenmesi mekruhtur. Her insanın omuzunda sevap ve günahlarını yazan “Kiramen Kâtibin” adındaki yazıcı melekler son derece rahatsız olmaktadırlar. Âlimin yanında cahilin, hocası yanında talebenin söze başlaması ve tuvalette konuşmak mekruhtur.

Camilerde Konuşmak: Camide dünya kelamı konuşmak, yemek ve benzeri şeyler yemek, özürsüz olduğu takdirde mekruhtur.

Müslümanlara Lakap Takmak: Bir Mü’mine (çevresinde ancak çok önce takılan lakapla tanınmasının haricinde) Kötü bir lakap takmak mekruhtur.

Çok Yemin Etmek: Gerçek yere de olsa çok yemin etmek mekruhtur.

Dilenen Özrü Reddetmek: Herhangi bir hatadan dolayı pişman olup özür dileyen Müslümanın özrünü kabul etmemek mekruhtur.

Konuşanın Sözünü Kesmek: Konuşmakta olan bir insanın, zaruret olmadıkça sözünü kesmek mekruhtur.

Toplumda Fısıltı Halinde Konuşmak: Asgari üç kişinin olduğu bir mecliste birisini bertaraf ederek ikisinin fısıltı halinde konuşmaları mekruhtur.

Zimmi Olanlara Selam Vermemek: Mazeretsiz olarak zimmilere selam vermek mekruhtur. Fasık olup fıskını açıkça insanlar arasında gösterenlere, yaşlı olduğu halde insanları eğlendirmek, güldürmek maksadıyla maskaralık yapanlara, halk arasında yalancılıkla meşhur olanlara selam vermek mekruhtur.

Birinci Fasıl-Kulaktan Meydana Gelen Afatlar: Söylenmesi haram olan bir şeyi, kazara hariç sürekli dinlemek de haramdır. Allah’a isyan edilen her şeyi dinlemek, zaruret haricinde caiz değildir. Rızası yok iken insanları dinlemek ve sırlarını ifşa etmek haramdır.

İkinci Fasıl-Gözden Meydana Gelen Afatlar: “Ğaddu’l-Basar” gözü bakılması haram olan şeye karşı yummakDoktorlarda olduğu gibi tıbben geçerli bir mazeret varsa namahrem yerlere bakmakta bir beis yoktur.

Gözün Mekruhları: İbretle bakılması gerekene bakmamak mekruhtur. Yıldız kayarken ondan bir dilek tutup kayboluncaya kadar ona bakmak mekruhtur. Dünya işlerinde kendinden yükseğe, din işlerinde alçağa/aşağıya bakmak rağbet nazarı ile olursa mekruhtur.

Elden Sadır Olan Afatlar: Kendi nefsini ve başkasını haksız yere öldürmek ve yaralamak haramdır. Başta insan olmak üzere herhangi bir canlının organlarından birini kesmek veya yaralamak, ne sebeple olursa olsun bir yerde hapsedip açlıktan ölmesine sebep olmak haramdır.

Murdar olan meyteye yapışmak, akıcı kana ve şaraba elini sokmak haramdır. Şartları dışında bir vakıf malından para almak haramdır. Deli çocukların elinden velilerinin izni olmadan hibe ve bey’/satmak tarikiyle bir şeyi almak haramdır. Cenabet ve abdestsiz, hayız ve nifas halinde Mushaf-ı şerife, tefsirlere ve üzerinde âyet bulunan bir levha ve kâğıda dokunulması haramdır.

Elden Sadır Olan Mekruhlar: Gövdesinden kopan kılını ve tırnağını ortalığa, gusülhaneye, yere ve süprüntünün içine atmak, kabirlerin üstündeki yeşil otları, dikenleri ve ağaçları koparmak ve sağ elle taharet almak mekruhtur.

Karnın Afatları: Karınla alakalı haramlar li-aynihi ve li-gayrihi diye ikiye ayrılmaktadır. Liaynihi haramlar içki içmek. Güçle, zulümle ve sahibinin haberi yokken ve rüşvet yoluyla alınan malları, nakiti yemek haramdır ki bunlar da li-gayrihi haramlardır.

Sigara İçmenin Haramlığı: Kutbu’l  Ârifin Mevlana Hüsameddin “Risale-i Duhaniye“sinde  nice ayeti kerime ve nice ahadisi şerife ile tütün içmenin haram olduğunu ulema delil getirmiştir. Reîsü’l Muhaddisin İbrahim Lekanî el-Mısrî, “Risale-i Duhaniye“sinde sigara içmek bin on (1010) tarihinde mağrip bölgesinden ve İngiliz Hristiyanlarından ilk defa tütünü icat eden Yahudî bir hakim üstaddır. Onunla meşhur olmuş ve yayılmıştır. Özellikle Din-i Muhammedî’ye mensup olanları azdırmak murat etmiş, bu uğurda da faydası çoktur diye elinden gelen her türlü yalanı söylemiştir. Ayrıca Mağrib (Fas)’ten etrafa yayılması için Mecûsî birini görevlendirmiştir. Ulemanın beyanına göre Peygamber Efendimiz yeme-içme ve giyinme konularında kendilerini yabancılara benzetenlerin akıbetlerinin ve kıyamet günü durumlarının hiç de iyi olmayacağını belirtmiştir.

Üçüncü Fasıl-Fercin Afatları: Bu fasıl içinde bir hayli büyük günah vardır. Onları mümkün mertebe saymaya çalışacağız. Zina ve erkeğin erkekle olan ilişkisini ifade eden livata her kime yapılırsa yapılsın büyük günahtır ve haramdır. Hayvanlarla ilişki kurmak haramdır. Ehli ve cariyesi ile hayız ve nifas halinde iken ilişki kurmak haramdır. Ehli ve cariyesi ile kuracağı her ilişkisinde İslami ölçülere kesinlikle riayet etmek zorunluluğu vardır aksi ise mekruhtur. Hasta ehlini ilişkiye zorlamak haramdır.

Fercin Mekruhları: Bu mekruhları işleyen şefaatten mahrum olur. Özürsüz sünnet olmayı terk etmek. İster çölde ister evin içinde ayakyolunda iken ön ve arkayı kıbleye dönmek. Perdesiz ön ve arkayı ay ve güneşe doğru dönmek. Kıymetli şeylerle, insan ve hayvan yiyecekleri ile taharet alınması mekruhtur. İnsanların gelip geçtiği yollara, pazar yerlerine, suya ve yerdeki deliklere bevletmek/idrar yapmak mekruhtur.

Ayaklarla İlgili Afatlar: Günah işlenen yerlere o günahları işlemek veya o günahlara bakmak için yürümek. Helak olduğu bilinen yerlere yürümek. Anne-babasının nafakası kendinden sorumlu birisinin onları bırakıp gazaya gitmesi. Veba olan yerden kaçmak veya vebalı şehre girmek bütün bunlar haram şeylerdir. Cünüp, hayız ve nifas olanların mescitlere girmeleri, kabir üzerine oturmak haramdır. Ayaklarını kıbleye, mushaf-ı şerife ve dini kitaplara, fıkıh ve tefsir kitaplarına doğru uzatmak haramdır. Ancak bu kitaplar yüksekte asılı ise bir beis yoktur. Başkasının malını ayağıyla telef etmek ve ayakla yapılan bütün zararlar haram ve mekruhtur. İlim meclislerine, cami ve cemaate, hac ve cihada gitmekten ayağını menetmek haramdır.

Ayakların Mekruhları: Mescit ve eve sol ayakla girmek, hamam ve benzeri hasis yerlere sağ ayakla girmek, çorabını, mestini, elbisesini giyerken ve çıkarırken sağla yapmaya dikkat etmemek mekruhtur. Üç günlük yoldan gelen birisinin haber vermeden aniden evine girmesi mekruhtur. Sıla-ı rahim için ana ve babasını ziyaret etmemek, taziyeye gitmemek ayağın mekruhlarıdır.

Bütün Azalarımızın Afatları: Raks/dans etmek, Kur’an okunurken, zikir yapılırken, hutbe ve ezan okunurken başka şeylerle meşgul olmak haramdır. Ancak savaşa hazırlanmak için raks, at oynatma ve güreş tutmak ve başka hareketler caizdir. Zaruret durumlarında mahrem yerlerinden ihtiyaç kadarını açmak caizdir. Şerit için dört parmaktan fazla olmamak kaydıyla erkeklerin ipek giymeleri haramdır. Oğlan çocuklarının ve kadınların avret yerlerine yapışmak -şehvetle olsun olmasın haramdır. Kısacası şer’an bakılması haram olan yerlere dokunulması da haramdır.

Kadının Kocasına Eziyet Etmesi: Kadının kocasına eziyet ve muhalefet etmesi, kocasının hakkına riayet etmemesi -şayet kocası masiyet işlemiyorsa- haramdır. Kadın evinde günah işlemeyen kocasına karşı yatak ve mutfakta her türlü görevini yerine getirmelidir. Aksi takdirde kıyamet günü azaba duçar olur, ancak bunlar zahiri şeraitte kadına teklif olunmaz. Bu yüzden de bunları yapmadı diye kadın dövülmez. Kadın da kocasına söyleyeceğini mülayemet ve güler yüzle söylemelidir; eğer şiddet ve öfke ile söylerse günahkâr olur, hatta kötü huyu olup kocasına söven kadına heyecanlarını uyarır mahiyette dövmek caiz olur. Bu, Muhammed b. Muhammed b. Şihap b. Yusuf Bezzazî’nin (ö:827/1424) Bezzaziye adlı kitabında böyle yazılmıştır. Hz.Peygamber (s.a.v.) “Miraçta cehennem ehli bana gösterildi; ehlinin çoğunu kadınların oluşturduğunu gördüm, buyurmuştur. Sebebi ise kadınların altın, gümüş, renkli elbiseler onları ibadetten alıkoymuştur” buyurmuşlardır.

Kadının Kocası Üzerindeki Hakları: Evvela erkek, giyimi ve nafakası hakkında kusur etmemeli; eğer bu hususlarda eksiklik ederse, günahkâr olup acıklı azaba müstahak olur. Karısına karşı mülayim bir dille ve güzel muaşeret ile muamele etmeli, şiddet ve öfkeyle muamele etmemelidir. Hatasını ikaz için küsülmesi gerekirse, üç günden fazla küs durmamalıdır. Abdest, namaz, zekât, oruç, hayız, nifas ve sair dini bilgilerini eşine öğretmelidir. Ailesine helalinden yedirmelidir. Dinde haram olan şeyleri hanımına teklif etmemelidir.

Yabancılarla Mahremsiz Birarada Bulunmak: Genç bir kız ve oğlan ve bir kadınla mahremi olmadan bir arada bulunmak haramdır. Şehvet mülahazası olmaksızın mahremi ile beraber bir zarar vermez.

Kadınların Erkeklere ve Erkeklerin Kadınlara Benzemesi: Yani, erkeğin kadın suretine, kadının da erkek suretine girmesi haramdır. Ancak zaruri bir durumdan dolayı bu meydana gelirse, bir beis yoktur.

Komşuluk Hukuku: Komşunun komşuya eziyet etmesi haramdır. Komşunun komşu üzerinde hakları vardır. Yardım isterse yardım etmek, borç para isterse vermek, fakirse sadaka ile gözetmek, hastalanırsa halini sormak, komşuya bir hayır ulaşırsa tebrik etmek; musibet isabet ederse taziye etmek, ölürse cenazesine iştirak etmek, kokusu komşulara gidecek şekilde yemek pişirmemek, hatayı tamir için ikramda bulunmak, bu haklardan sadece bazılarıdır.

Farzları Terk Etmek: Yani beş vakit namazın sadece birini terk etmekle kazanılan günah, bütün günahların en büyüğüdür. Ancak uyuyakalmak, unutmak, deli olmak, bayanlar için hayız ve nifaslı olmak, ima ile kılamayacak kadar hasta olmak, hapiste veya çok şiddetli bir işte bulunup abdest ve teyemmüm almaktan aciz olmak gibi sekiz özürden herhangi birine duçar olunca günahtan kurtulur ve namazını kaza eder.

Vacipleri Terk Etmek: Keffareti, kazayı ve nezri terk etmek. Şartlarını taşıyan zengin olduğu halde kurban kesmeyi terk etmek. Namazı kılarken tadili erkânı terk etmek. Bunların cümlesi haramdır ve büyük günahlardan sayılır.

Cihadı Terk Etmek ve Cihattan Kaçmak: Genel bir cihat çağrısı yapılırsa, kadın ve erkeklerin bu çağrıya cevap vermeyi terk etmeleri haramdır. Savaş esnasında cepheden kaçmak haramdır.

İhtikar: İnsanların veya hayvanların nafakasını, daha fazla fiyata satmak ve yüksek kâr etmek maksadıyla depolayarak gizlemek ve insanların ihtiyaç duydukları bir zamanda piyasaya sürmek haramdır.

Faiz Yemek: Ödünç olarak verilen her ne olursa olsun, onu geriye alırken ziyadesi ile almak faizdir ve bunu kullanmak haramdır.

Köpek Beslemek: Sadece oyun için evde köpek beslemek, bulundurmak haramdır; Ancak av avlamak, ekin ve ev bekletmek için muallem/eğitilmiş bir köpek tutmak caizdir; ama oturduğu evin içinde barındırmak haramdır. Zira köpek bulunan eve melek girmeyeceğine dair hadis bulunmaktadır.

Hür Kadının Seyahat Etmesi: Bayanların üç konaktan ziyade (kocası, oğlan kardeşi ve babası gibi) mahremi yokken yola gitmesi haramdır. Buraya kadar bütün organların yapmış oldukları büyük günahları saymış olduk.

Organların İşlediği Mekruhlar: Bunları işlemek kişiyi şefaatten mahrum eder. Kırmızı ve sarı renkli elbise giymek mekruhtur. Belki giyilmesi daha faziletli olan elbise beyaz, yeşil ya da siyah olmalıdır. Kuşakta, kılınç gibi savaş aletlerinde, kılıncın kınında altın kullanmak mekruhtur. Ancak gümüşü kullanmakta bir beis yoktur. Ancak gümüşü dahi kullanmamak efdaldir. Elbiseyi topuktan aşağı uzatmak mekruhtur, ancak teberrük için olursa caizdir. Esnediği zaman elinin arkası ile ağzını kapamak gerekir, aksi halde esnerken ağzını açarak esnemek mekruhtur. Fâsıkların meclisinde oturmak mekruhtur.

Şeytanın İbadet Esnasında Verdigi Vesveseler: Bu vesveseler ve tuzaklar şöyle kaydedilmiştir; birincisi, ibadetten meneder; ibadet sahibi abid ise cevabında, ben her zaman ibadete muhtacım. Bu dünya fani, ahiret ise bakidir. Bu fani alemde hazırladığım azıklar âhiret aleminde bana fayda verecektir, der. İkincisi; tesvif, yani evvelki tuzakları fayda vermezse, ibadetini yap, nasıl olsa zaman çoktur diyerek vesvese verir. Abit buna cevaben her günün bir ameli vardır bugünün amelini ise yarına bırakırsam yarınınkini ne zaman yaparım der ve reddeder. Üçüncüsü; amelinde acele ettirmeye vesvese ile sevk eder, abid ise erkânına riayet edilerek kılınan az ibadet, eksik olan çok ibadetten hayırlıdır, benim Rabbim merhametlidir ve cömerttir benim azımı o çok kabul eder, der. Dördüncüsü; amelinde dünyalık elde etme ve insanların rağbet ve övgüsüne nail olmayı emreder, yani riyakârlığı ona sevdirir. Abit ise fayda ve zarar ancak Allah Teâlâ ‘nın yedi kudretindedir. İnsan fayda ve zarara kadir değildir. Allah Teâlâ ‘nın  benim amelimi görmesi fayda ve zarar bakımından kifayet eder. Beşincisi; amelinde ucub ile hile ve tuzak kurup vesvese verir. Ameliyle mağrur olan nice cahilleri bu tuzağa düşürür ve helak eder. Altıncısı, amelini gizli eyle Hak Teâlâ yakın zamanda amelini halka izhar eder ve Allah seni sevdiği için kıymetli ve şerif yapar diye vesvese vererek gizli riyaya sevk eder. Yedincisi, hiledir. Hile şeytanın kurduğu tuzakların en büyüğüdür. Bundan kurtulmanın yegâne çaresi ilimdir. Şeytan aleyhillane der ki; senin işlediğin bu ameline hacet yoktur, sen zaten said olarak yazılmışsan amelin terki buna zarar vermez, şaki yazıldıysan yaptığın amel seni said yapmaz diye vesvese verir. Alim ve abid kul der; ben kulum, kula layık olan efendisinin emrine muti’ olmaktır/itaat etmektir. Hak Teâlâ bir şeyi bir şeye ezelde sebep kılmıştır ve adeti böyle cari olmuştur. O, yağmuru otun bitmesine, karı-koca ilişkisini çocuğa sebep kıldığı gibi, ameli de cennete girmeyi imanla ölmeye sebep kılmıştır, diyerek reddeder.

Beşinci Bab-Şer’i Olan Vasıyyet: Vasiyet, geçtikten (fevt olduktan) sonra ahirete müteallik hukuku gerek farz cihetinden, gerek nafile cihetinden İslam hukukuna (şeriata) uygun yerine getirip ahirette o hukuktan kurtulmaya veyahut nafile sevaba nail olmaya derler. Hz.Peygamber (s.a.v) ”Mü’mine vasiyeti yanında yazılı olmadıkça bir gece, iki gece huzur ile yatması layık değildir”buyurmuşlardır. Kul hakkı iki kısımdır; birincisi üzerinde kul hakkı ve Allah hakkı olanlara malının üçte birinden vasiyet etmesi vaciptir. İkincisi, üzerinde kul hukuku ve Allah hukuku olup ama hiç malı olmayanlara vasiyet etmesi müstahaktır. Malı olup ve üzerinde anılan iki hukuk bulunanlara malının üçte birini, ahirette o hukuktan kurtulmak için bir vasi seçmesi ve iki adil şahit yanında vasiyet ettiği malı bir kağıda yazıp yahut şifahen söylemesi vaciptir.

Vasiyetin Keyfiyeti: Vasiyet murat eden hasta evvela imanını tazeleyip bu ana gelinceye kadar sadır olan küfür ifade eden sözlerin cemisinden, fidye ve kazası lazım gelmeyen Allah Teâlâ ‘ya müteallik hukukun ve masiyetin cümlesinden kalbiyle tövbe ve rücu ve ahiret korkusu hasebiyle nadim ve pişman olduktan sonra kendi halini araştırmalıdır.

Borçlarla Vasiyet: Evvela her şeyden önce ne kadar borcu var ise, seçilmiş olan vasî yanında ikrar edip iki adil şahit yanında yazdırıp vasiye teslim etmelidir. Bildiği her şeyi söylemeli, emanet varsa bildirmeli ve yazdırmalıdır. Helak/yokolan olan mal veya emanetleri malının üçte birinden ödemesini vasîye emretmelidir.

Bedenle İlgili Hukuku Vasiyet Etmek: Bundan sonra ne kadar kimseyi dövdü ve yaraladı ise, zoraki kendisine hizmet ettirdi ise ve ne kadar kimseye sövdü ve onu maskara etti, alaya aldı ise; hayatta olanları çağırıp, maddi destekte bulunarak veya rızasını alarak helal ettirmelidir.

Hukukullah genellikle sekizdir; namaz, zekât, hac, kurban, fitre, mali nezirler, oruç fidyesi, yemin kefareti ve oruç kefareti. Bunları kendi üzerinden ahirette azabını ıskat etmek için malının üçte birini tamamen fakirlere vermekle vasiyet etmek vaciptir. Gerektiği halde vermediği zekâtı, fitreyi, yapmadığı haccı ve kesmediği kurbanın yerine getirilmesini vasiyet etmelidir.

Yemin ve Oruç Keffareti: İslam hukukunda yeminin de, orucun da kendilerine has kefaret ölçüleri vardır. Bunların ölünün bıraktığı mirasın üçte birinden verilmesi vaciptir. Ölmek üzere olan kişi ise, bıraktığı mirasın üçte birinden her bir yemin için her gün on kişiye beş yüz yirmi dirhem buğday verilmesini tavsiye eder. Oruç kefareti için ise; şayet bıraktığı mirasın üçte biri sair hukukla beraber yeterli olursa, bir köle azat etmelerini tavsiye eder, yetmezse, altmış fakirin her birine beş yüz yirmi dirhem buğday vermelerini tavsiye eder.

Seyyid Abdullah b. Mustafa Aksarâyî, Milli Kütüphane Yazmalar, Koleksiyon Nu: 6026, Vr.25b-92b.’de kayıtlı bulunan Akaid Risalesi’ni baştan sona okudum ve onun bir özetini çıkarmaya çalıştım. Bütün çabalarımıza rağmen, yazar hakkında yeterli malumata rastlanılmadı. Yazarın bu kitabı ile Allah’ın rızasını ve Müslümanların faydalanmalarını, verilen bilgilerin hayata geçirilmesini hedeflemiş olduğu açıktır. Kitabını hazırlama konusunda yeterli itinayı göstermeye çalışmıştır. Belki bugün yapılan bir takım teknik düzenlemeler o gün yoktu ama yine de imkânsızlıklar içerisinde en iyisini yaptığı gerçeği gözlerden kaçmamaktadır.

Beş baba ayırarak yazdığı Akaid Risalesi’nde birinci derecede Müslümanın zorunlu ilk ihtiyaç duyduğu inanç esaslarıyla ilgili bilgileri yeteri kadar verdikten sonra, Müslümanın imanının gereği olarak öğrenmesi ve hayata geçirmesi gereken fıkıh bilgilerini ve ahlaki davranışları itikadî alanda mezcedip sistematize ederek toplamıştır ki, bu konuda yazarın dehasına ve bu alana olan hâkimiyetine gıpta etmemek mümkün değildir.

İnançla ilgili Allah’ın sıfatları, Peygamberlerin sıfatları, insanı küfürden, günahtan ve organlarımızdan sadır olan her türlü hatadan koruyan esaslarla ilgili verdiği çok değerli bilgiler, Müslümanı korumaya yeterlidir. İnsanı bir bütün olarak ele almış, iyi-kötü bütün davranışlarını beyan etmiş, kötülüklerin haram-helal boyutunu belirledikten sonra, tedavi yollarını da uygun bir dille açıklamıştır.

Özellikle başta Muhammed Mevlana Ebu Said Hâdimî(ö.1176/1762) Hazretleri ve Kınalı Zade Ali Efendi (ö.990/1582) olmak üzere birçok Türk âlimlerimizin yanı sıra bütün Ulemâ-yı İslam’ın makul, kaliteli ve güvenilir ana kaynaklarını değerlendirmiştir. Böylece Akaid Risalesi’ni hazırlamıştır.

Kitabı okunduğu vakit, yazarın takvası, ihlası ve samimiyeti hemen anlaşılmaktadır. Zaten ilmî dehası, kitabında baştan sona kadar kendisini hissettirmektedir. Dili Osmanlı Türkçesi olan bu kitabın bu günün Türkçesiyle ilim âlemine kazandırılması fayda sağlayacaktır.

KAYNAKÇA

  • Aksarâyî, Seyyid Abdullah b. Mustafa, Tercüme-i Akaid, Milli Kütüphane, Milli Kütüphane Yazmalar Kol. nu: 6026 vr. 25b-92b.
  • Buharî, Ebu Abdullah Muhammed b. Ebi ‘l Hasen İsmail b. İbrahim b. el Muğire b. el- Ahnef, Sahihu’l Buharî, İstanbul, 1401/1981.
  • Cel’ud, Mihmas b. Abdillah b. Muhammed, el-Muvalat Ve’l Muâdat Fi’ş-Şeriati’l İslamiyye, Daru’l Yakin, 1407/1987.
  • İbnü Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid el Kazvînî, Sünen-ü İbni Mace, İstanbul,1401/1981.
  • Müslim, Ebu’l Hasen Müslim b. el Haccac, Sahihu Müslim, İstanbul, 1401/1981.
  • Nîsâbûri, Ebu Avane Yakub b. İshak b. İbrahim, Müstahracü Ebi Avane, Beyrut, 1419/1998.

Madde Yazım Bilgileri
Yazar: Doç. Dr. Süleyman KOYUNCU

Anahtar Kelimeler: Tercüme-i Akaid Risâlesi, Mutasavvıf, Şeyh Hulûsi el-Aksarâyî, Aksaray.